George Monbiot, The Guardian için kaleme aldığı yazısında COP26’da zengin ülkelerin kendilerini kurtarıcı olarak göstermeye çalıştıklarını, ancak bu umutsuz çabaların son derece yetersiz olduğunu ve ancak adaletsizliği uzatacağını vurguluyor.
Son 500 yılın hikayesi kabaca şöyle özetlenebilir: Hem şiddet sanatında hem de ileri denizcilik teknolojisinde ustalaşmış bir avuç Avrupa ülkesi, bu “yeteneklerini” diğer bölgeleri işgal etmek ve topraklarını, emeklerini ve kaynaklarını ele geçirmek için kullandı.
Diğer insanların topraklarının kontrolü için yapılan rekabet, sömürgeci uluslar arasında tekrarlanan savaşlara yol açtı. Şiddeti haklı çıkarmak için yeni doktrinler – ırksal ve etnik üstünlük, diğer insanları “barbarlıklarından” ve “ahlaksızlıklarından” “kurtarmak” için ahlaki bir görev – geliştirildi. Bu doktrinler soykırımlara yol açtı.
Çalınan emek, toprak ve mallar bazı Avrupa ülkeleri tarafından sanayi devrimlerini canlandırmak için kullanıldı. Büyük ölçüde artan işlem kapsamı ve ölçeğiyle başa çıkmak için, sonunda kendi ekonomilerine hükmedecek yeni finansal sistemler kuruldu. Avrupalı seçkinler, devrimi savuşturmak için emek güçlerine yağmalanan servetin sadece yeterli bir kısmına izin verdi. Nitekim İngiltere’de başarılı, başka yerlerde ise başarısız oldu.
Sonunda, bu tekrarlanan savaşların etkisi, sömürgeleştirilmiş halkların ayaklanmalarıyla birleştiğinde, zengin ulusları, en azından resmi olarak ele geçirdikleri toprakların çoğunu terk etmeye zorladı. Bu topraklar kendilerini bağımsız uluslar olarak kurmaya çalıştılar. Ancak bağımsızlıkları hiçbir zaman kısmi olmaktan öteye geçmedi. Uluslararası borç, yapısal uyum, darbeler, yolsuzluk, transfer fiyatlandırması ve diğer akıllı araçlar kullanarak, zengin uluslar, genellikle kurdukları ve silahlandırdıkları vekil hükümetler aracılığıyla yoksulları yağmalamaya devam ettiler.
Sanayi devrimleri, önce farkında olmadan, sonra faillerin tam bilgisi ile, atık ürünleri dünyanın geri kalanına saldı. İlk başta, en şiddetli etkiler, şehir havası ve nehirleri zehirlenen ve yoksulların yaşamlarını kısaltan zengin ülkelerde hissedildi. Daha sonra, zengin ülkeler artık baca sanayilerine ihtiyaç duymadıklarını keşfettiler: Finans ve yan kuruluşlar aracılığıyla, denizaşırı kirli işlerin ürettiği serveti hasat edebileceklerdi.
Bazı kirleticiler hem görünmez hem de küreseldi. Bunların arasında dağılmayan ama atmosferde biriken karbondioksit vardı. Kısmen zengin ulusların çoğunun ılıman olması ve kısmen eski kolonilerde yüzyıllarca süren yağmaların neden olduğu aşırı yoksulluk nedeniyle, karbondioksit ve diğer sera gazlarının etkileri en çok üretimlerinden en az yararlananlar tarafından hissediliyor.
Kendilerini her zaman kurtarıcı olarak konumlandırmaya hevesli olan zengin uluslar, eski kolonilerinin neden oldukları kaosa uyum sağlamasına yardım etmeye söz verdiler. 2009’dan bu yana, bu zengin ülkeler, iklim finansmanı şeklinde daha yoksul olanlara yılda 100 milyar dolar (75 milyar sterlin) sözü verdi. Bu para gerçekleşmiş olsaydı bile, ancak cimri bir jeton olurdu. Karşılaştırma yapacak olursak, 2015’ten bu yana G20 ülkeleri fosil yakıt endüstrilerini sübvanse etmek için 3,3 trilyon dolar harcadı. Söylemeye gerek yok ki, verilen sözler tutulmadı.
Rakamları aldığımız son yıl olan 2019’da 80 milyar dolar sağladılar. Bunun sadece 20 milyar doları “adaptasyon” için ayrıldı: Yani insanların onlara dayatılan kaosa uyum sağlamasına yardımcı olmak. Ve bu “sadakaların” sadece yüzde 7’si paraya ihtiyacı olan en yoksul ülkelere gitti.
En zengin ülkeler ise, iklim çöküşünden ve diğer felaketlerden kaçan insanları uzak tutmak için para akıttı. 2013 ve 2018 yılları arasında Birleşik Krallık, sınırlarını kapatmak için iklim finansmanına harcadığının neredeyse iki katı kadar harcama yaptı. ABD 11 kat, Avustralya 13 kat ve Kanada 15 kat daha fazla harcadı. Yani zengin uluslar, kendi atık ürünlerinin kurbanlarını dışlamak için kendilerini bir iklim duvarı ile çevreliyorlar.
Ne var ki iklim finansmanı saçmalığı burada bitmiyor. Zengin ulusların sağladığını iddia ettiği paranın çoğu borç şeklinde. Oxfam, çoğunun faizle geri ödenmesi gerekeceğinden, sağlanan paranın gerçek değerinin nominal tutarın yaklaşık üçte biri olduğunu tahmin ediyor. Borcu fazla olan ülkeler, kendilerinin neden olmadığı felaketlere uyum sağlamaları için daha fazla borçlanmaya teşvik ediliyor.
Haberin orijinaline buradan ulaşabilirsiniz.
Çeviren: Gizem Evgin