Dünyanın bilinen en eski insan yerleşimlerinden birinde bulunan bir heykelcik, kadın gücünün tarihi ve potansiyeli hakkında çok şey ortaya koyuyor.

Angela Saini / Guardian
Bir yazar olarak, tarihin en büyük gizemlerinden birine hep merak duydum. İnsan toplumunda ataerkilliğin kökenleri nelerdir? Bu soruyu yanıtlamaya çalışırken, bu yolcuğun kendim hakkındaki düşüncelerimi sonsuza dek değiştireceğini bilmiyordum.
Bildiğim tek şey, bunu araştırmanın zamanda geriye gitmek anlamına geleceğiydi. Burada söz konusu olan tarihsel zaman dilimleri yüzyıllar değil, binyıllardı. İşte bu şekilde Güney Anadolu’ya, Türkiye’ye, dünyanın bilinen en eski insan yerleşimlerinden birinin bulunduğu yere geldim. Çatalhöyük çok iyi korunmuş, kutu gibi taş evler inşa edilmeden ya da Mısır’da ilk piramitler yükselmeden binlerce yıl önce insanların bu bölgede nasıl yaşadığına dair bir pencere açıyor.
Yakınlardaki bir müze, alanda bulunan en değerli esere ev sahipliği yapıyor; elim kadar bir heykelcik, ancak 1960’larda kazıldığında arkeoloji dünyasında büyük sansasyon yaratacak kadar etkileyici. Çatalhöyük’ün ve yaşlı bir kadını tasvir eden “Oturmuş Tanrıça”sı yaklaşık 9 bin yaşında. Bir kraliçe gibi oturuyor, sırtı dik, girintili çıkıntılı göbeği kat kat aşağı sarkıyor, iki büyük kedi – muhtemelen leoparlar – ellerinin altında durmuş ileriye bakıyor.
Keşfedildiğinde, arkeologlar onu hemen bir tanrıça, ilahi dişilliğin olası bir sembolü olarak nitelendirdi. O zamandan beri uzmanlar onun gerçek bir kişi, muhtemelen toplumda saygın bir figür ya da bir aile reisi olup olmadığını merak ediyor. Emin olamayız ve yazının bulunmasından önceki bir zamana ait olduğu için hiçbir zaman da olamayacağız. Ancak insan kalıntılarının analizi bize bu nesnenin ait olduğu toplum hakkında bir şeyler söyleyebilir. Çatalhöyük, insanların cinsiyetten bağımsız olarak aynı tür yaşamlara sahip olduğu bir yerleşim yeriydi.
Şu ana kadar elde ettiğimiz veriler bize Çatalhöyük’teki erkek ve kadınların benzer şeyler yediğini, içeride ve dışarıda yaklaşık aynı miktarda zaman geçirdiğini, aynı tür işler yaptığını ve aşağı yukarı aynı şekillerde gömüldüğünü söylüyor. Cinsiyetler arasındaki boy farkı bile çok az – bu da sosyal koşulların biyolojik cinsiyet farklılıklarını derinden etkileyebileceğini hatırlatıyor. Eğer bu Neolitik yerleşimde sosyal hiyerarşiler varsa, bunlar cinsiyet ile ilişkili değildi.
Ancak, heykelciğin de işaret ettiği gibi, belki de yaş ile ilgiliydi.
Hem şimdi hem de tarih boyunca en güçlü insanların daha yaşlı olduğu aşikar olsa da, yaş ilginç bir şekilde göz ardı edilmiş bir güç ekseni. Aile içinde yaşlılar genellikle en yüksek statüye sahip olmuşlardır. Çin kültüründe “aileye saygı” hala bunu gerektirir. En katı ataerkil ailelerde bile anneler ve kayınvalideler genç üyeler üzerinde güçlü bir hakimiyet kurabilir.
Mirasın babadan oğula değil de, anneden kıza geçtiği birçok anaerkil toplumda, bir hanede otorite sahibi en yaşlı kadındır. Hindistan’da artık küçük çocukların yükünü taşımayan yaşlı kadınlar, “panchayat” olarak bilinen yerel köy siyasetine atılırlar. Daha bu yıl 89 yaşındaki bir kadın Tamil Nadu eyaletinde görev yapan en yaşlı panchayat başkanı seçildi. Ancak kayıtlara geçen en yaşlı kişi o değildi. 2015 yılında Maharashtra’da 93 yaşında bir kadın seçilmişti.
Belki de gücü elde etmenin demokratik bir yolu olduğu için yaşı görmezden geliyoruz – ne de olsa hepimizin başına geliyor. Yavaş yavaş orta yaşa doğru ilerlerken, saygı ve statünün kademeli ve otomatik olarak kazanıldığını hissedebiliyorum. Bir ya da iki yıl önce bir tezgâhtar bana ilk kez hanımefendi dediğinde şaşırmıştım; şimdi buna bayılıyorum. Bunun tüm kadınlar için aynı olmadığını biliyorum, ama en azından konuşmakta daha özgür hissediyorum, reddedilmeyeceğimden daha eminim, isteklerimi daha açıkça talep edebiliyorum. Belki de en özgürleştirici duygu, kendimi erkek bakışına giderek daha az maruz kalırken bulmak. Bugünlerde insanların daha çok önemsediği şey benim zihnim. Ne düşündüğümü bilmek istiyorlar.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.