Adnan Oktar tarikatı üzerine 140Journos’un yaptığı ‘Kedicik’ belgeselini 5 Harfliler’de değerlendiren Pınar Üzeltüzenci, belgeselde cinsel istismarın bağlamından kopartılarak bir örgüt suçunun intikam hikayesine indirgendiğini, arkasındaki ‘devlet-sermaye-din’ ilişkilerinin göz ardı edildiğini ifade ediyor.
“40 yıl boyunca gözümüzün önünde devlet-sermaye-din ortaklığında süregiden bir suç, yine gözümüzün önünde bir Flaş TV yayınına indirgenmek istiyor.”

Pınar Üzeltüzenci / 5 Harfliler
140Journos isimli yapının Adnan Oktar tarikatı üzerine hazırladığı Kedicik isimli belgesel bir dış ses tarafından anlatılmıyor. Anlatı belgesele tek tek kendilerine özel mekânlardan bağlanan, “işinin ehli” oldukları imasıyla davet edildikleri belli bazı kişilerin görüşlerini takip ederek örülüyor. Kimler yok ki bu güvenilir uzman ekip içinde? Dönemin Emniyet Müdürü Furkan Sezer, araştırmacı gazeteci Barış Terkoğlu, gazeteci Nagehan Alçı, mağdur avukatı Eser Çömlekçioğlu ve dönemin Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Psikiyatri Klinik Şefi Prof. Dr. Sefa Saygılı.
Bu uzmanlar takımı arasında, en çok konuşan ve aslında anlatının belkemiği sayılabilecek bir isim daha var. İzleyicinin bilinçdışında inandırıcı ve bilirkişi olarak kodlanması için bu gazeteci, avukat ve psikiyatrist gibi uzmanlar arasına yerleştirildiği aşikâr biri: tam 18 yıl boyunca tarikatın bizzat müridi olan, tarikat için çalışan, bu çalışmanın karşılığını tam 18 yıl boyunca almış ve tam 18 yıl sonra tarikat/örgütten ne olduğu asla açıklanmayan bir sebepten koparak itirafçı olmuş Özkan Mamati isimli bir şahıs. 140Journos ekibi Mamati’yi, muhtemelen Mamati’nin kendi evi olan malikâne-vari, lüks bir mekânda ziyaret ediyor/ağırlıyor ve yapım boyunca bu eski örgüt üyesine emekli bir MİT ajanıymışçasına saygıda kusur etmiyor; öyle ki kendisine gösterilen bu hürmetle birlikte Mamati belgeselin adeta kahramanı konumunda, son derece belirgin bir gururla ve süslemeli bir dille yapıyla ilgili şok edici detayları uzun uzun veriyor. İlk fırsatta tarikatla olan ilişkisinin 18-19 yaşında başladığını, “düşünsenize, karşınızda sizden 15 yaş büyük insanlar var… ne bilebilirsin, hayata karşı ne öngörün olabilir, reflekslerin ne olabilir, ne algılayabilirsin?” diye açıklayarak seyircinin empati rezervlerine saldırıyor, kendini aklama teşebbüslerine giriyor. Detay detay anlattığı kumpasları, genç kadınları tarikata dahil etmek için izlenen türlü pislikleri “öyle olmuş, en iyi yol bulunmuş, o geliyor, bu gidiyor” gibi cümlelerle, adi bir tecavüz şüphelisi (muhtemelen suçlusu) utancıyla değil, adeta bir FBI ajanı bilgiçliğinde bizimle paylaşma “nezaketini” gösteriyor.
Bu çok sinsi ve insanı küfürlere gark ettiren bir yöntem, zira bu sahne, belgeselin devamında da politik bir sorgulamayı engellemek adına bu gasp edilen empati ve acıma hislerini sömürmeye odaklanacağının ve böyle başka numaralara başvuracağının da ilk işareti olarak karşımıza çıkıyor. Bu manipülasyon şöleni Adnan Oktar’ın gizli gey bir “manyak” olduğunu ima eden psikiyatrist Sefa Saygılı, “Kedicikler diye gülmüş geçmişim, işin vahameti görememişim” diye günah çıkartan Nagehan Alçı, tarikatın İslamcı yayın ve siyasetçilerle bağının altını çizen seküler haklılık ve bilimsellik temsilcisi Barış Terkoğlu’nun söylediklerinden oluşturulan anlatıyla ilerliyor. Bir yandan da konuşanın söylediklerine ve oluşturması gereken ruh haline göre özenle seçilmiş ve hiç susmayan müzikler, izleyenin bilinçdışına saldırıyor. Oktar’ın önünde dizilmiş genç kadınların Oktar’ı övgüye boğduğu ve ancak yabancılaşarak izlenebilen tuhaf TV kayıtlarından görüntüler, izleyicinin zihninde kendisinin de zamanında bu tarikatı ciddiye almayarak ortak olduğu kolektif şaka tarihini uyarmak, uyandırmak adına adeta “hınzır” denebilecek komedi unsurlarıyla bezeli bir müzikle destekleniyor; sanki izleyicinin kendini suçlu hissetmesi hedefleniyor ama bu suçlu hissedişin işin politik tarafını irdeleyecek kadar derinleşmesi de engellenmek isteniyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.