Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği profesörü Prof. Dr. Lale Akarun yazdı: “Üniversite hayatımızdı; ömrümüzü vakfettiğimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz, her gün heyecanla gittiğimiz, öğrenme, keşfetme ve öğretme heyecanıyla bizi hayata bağlayan yuvamızdı. Hayatımızın anlamı kayboldu.”

Lale Akarun / Yetkin Report
İnsan, çok sevdiği birisi ölünce hemen kabullenemiyor. Yasın beş aşaması olduğu kabul ediliyor: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabul. Sanırım depresyonla kabul arasında bir yerdeyiz: Boğaziçi Üniversitesi’nin ölümünü kabullenmeye yakınız.
Üç sene önce üniversitemize kayyum atandığında, durumu önce anlayamadık: İnkâr ile öfke arasında gidip geldik. Bu durumun geçici olduğunu, başına bir kayyum atamakla üniversitenin değişmeyeceğini söyledik kendi kendimize. Sonra öfke aşamasından geçtik: Öğrenciler ve mezunlar üniversitenin ölümünü kabullenmeyeceklerini öfkeyle gösterdi. Sonra pazarlık aşamasına geçtik: Meclise gittik; politikacılarla konuştuk, üniversitenin ülkenin kalkınması, gelişmesi için vazgeçilmez bir işlevi olan bir kurum olduğunu anlatmaya çalıştık. Akademik özerklik, bilimsel özgürlük üzerine toplantılar yaptık; konferanslar düzenledik. Bir taraftan hala üniversite hayatta gibiydi; ya da biz öyle sanıyorduk.
Sonra seçimler oldu; değişim umudumuz gerçekleşmedi. Derin bir depresyona girdik. Komadaki üniversite öldü. Üniversite hayatımızdı; ömrümüzü vakfettiğimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz, her gün heyecanla gittiğimiz, öğrenme, keşfetme ve öğretme heyecanıyla bizi hayata bağlayan yuvamızdı. Hayatımızın anlamı kayboldu.
Boğaziçi Üniversitesi’nin altın çağını yaşadık
Boğaziçi Üniversitesi’ne 1980 senesinde girdim. Askeri darbe döneminde, kampüste polis, jandarma görmeden sakin bir ortamda okudum. Boğaziçi Üniversitesi ülkenin kavga gürültüsünden korunmuş, bambaşka bir yerdi. Ancak bir araştırma üniversitesi değil, küçük bir kolejdi.
Boğaziçi Üniversitesi’ni dünya ölçeğine taşıyan, 1992’de doktoramı alıp öğretim üyesi olarak geri döndüğümde seçilmiş rektörü olarak göreve başlayan Prof. Üstün Ergüder oldu. Üniversitenin stratejik planı onun rektörlüğü döneminde yazıldı; araştırma üniversitesi olma hedefi o zaman benimsendi. 2000’li yıllarda, öğretim üyeleri olarak bu hedefe hizmet ettik ve üniversiteyi dünya ölçeğine taşıdık: Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu 2012’de rektör seçildiğinde, Boğaziçi Üniversitesi dünyada ilk 100-200 bandına gelmişti: İnanılmaz bir altın dönem yaşadık. Mesleki hayatımızın en aktif dönemlerini bu yıllarda yaşadığımız için çok şanslıymışız.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.