“Neyse ki kötü hissetme halinden bir hafta sonra kurtuldum, kendi isteğimle. Biliyorum ki ilaç da zehir de kendimde, kendimi zehirlemeyi bıraktım. Haziran gelmiş, yaz gelmiş, içimiz sıcacık güneş ışığıyla ısınmış daha ne isterim. Her şeyden öte canımız Onur ayımız gelmiş, kalbimiz gökkuşağı saçacak dört bir tarafa.”

SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nde çalışmaya başladım başlayalı kadın ve LGBTİ+ gündemini daha çok takip eder oldum. Türkiye adına umutsuzluğumuz çoğu zaman zirvede olsa da dünyadaki iyi örnekler bu umudu okuduğum, sosyal medyaya hazırladığım içerikler sayesinde bir şekilde tazelememe yardımcı oldu. Fakat seçim zamanı yaklaştıkça gördüklerim, duyduklarım beni uzun zamandır yaklaşmadığım yazma eylemine sürükledi. Bu yazı, aslında neden yazmak istediğimin bir hikayesi de diyebilirim: Söz söylemek, rahatlamak!
Mayıs ayı; umutlarımızı, sevinçlerimizi, hayallerimizi bir zarfın içine koyup sandığa atmakla ilgilendiğimiz bir aydı. Her şeyden önce sandığın sonuçları geleceğimizi şekillendirecekti -hangi taraf kazanırsa kazansın- ve ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun getireceği değişime çoktan hazırdım, kısmet olmadı. Günün sonunda hayallerimizi başka noktalarda yaşatmamız gerektiği sonucuna vardım.
Hayatın içinde genel olarak umutlu, enerji veren, çözümcü bir yapıda olduğumu söyler yakın çevrem. Bu misyona sahip olmak çoğunlukla iyi hissettirse de zaman zaman kötü hissetmenin de çok normal olduğuna inanırım ve bu duyguyu sonuna kadar yaşamak isterim. 28 Mayıs seçimlerinin ardından gelen bir hafta inanılmaz depresyon halindeydim. Ağlama isteği, hiçbir şey yapmama hali, odadan çıkmama kararı falan derken arkadaşlarım bu durumumu aşırı buldular. Alışık değiller tabii n’apsınlar? Ama sebebim çoktu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim akşamı Kısıklı’da yaptığı ilk konuşmada LGBT’leri hedef göstermesi, diğer adayı, Kemal Kılıçdaroğlu’nu, -haliyle ona inanan herkesi- yuhalatması, HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin kadın politikaları ve LGBTİ+’larla ilgili açıklamaları vesaire derken yaşanılmaz bir coğrafya içinde sıkışıp kaldığımı hissettim. Tam bir çaresizlik hali. Ama asıl üzen taraf; o kadar kutuplaştırılmış bir haldeyiz ki azıcık ortayı bulmaya çalışsak, laf söylemek istesek taşlanacakmışız gibi hissetmem. LGBTİ+’lar ne sapkındır ne aile yıkıcıdır ne de bir terör örgütüdür. Bu cümleyi yazarken bile bu ifadenin gereksizliğini düşünüyorum ama bunun aksini düşünen %50’lik bir kesim var. Bu da toplum içinde karşılaşabileceğim 2 insandan birine tekabül ediyor.
Bu paylaştığım düşüncelerimi yakın çevremle konuşsam da çok da rahatlamış hissetmedim kendimi çünkü aynı umutsuzluğun başka versiyonları onlarda da mevcuttu. Neyse ki kötü hissetme halinden bir hafta sonra kurtuldum, kendi isteğimle. Biliyorum ki ilaç da zehir de kendimde, kendimi zehirlemeyi bıraktım. Haziran gelmiş, yaz gelmiş, içimiz sıcacık güneş ışığıyla ısınmış daha ne isterim. Her şeyden öte canımız Onur ayımız gelmiş, kalbimiz gökkuşağı saçacak dört bir tarafa. Yasaklara, baskılara, yıldırmalara inat gökkuşağını yaşatmaya devam edeceğiz. Filmler izleyip tartışacağız, (2019 yılında Pride filmini TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nda izletip konuşmuştum, 2023 yılında ise BEKSAV’a aynı film üzerinden yasak getirildi) paneller gerçekleştirip birbirimizi dinleyeceğiz, yaşamın her anında kendimiz olmanın gururunu, onurunu taşıyacağız. İşte bu metin, başta da söylediğim, kendimi ifade edip rahatlama isteğimin bir ürünü. Umarım yalnız değilimdir, umarım gökkuşağı sizin de kalbinizdedir…
Yıllar önce çantama taktığım rozetimde şöyle yazıyordu: “Renklerin özgürlüğü dünyayı güzelleştirecek!” Kendime ve tüm yoldaşlarıma özgürlük diliyorum. Onur ayı kutlu olsun!