Kaya Genç, Apollo dergisinde, İzmirli Rum bir anne ve Şamlı Osmanlı subayı bir babanın çocuğu olan, 1925 doğumlu ressam, yazar ve şair Etel Adnan’ın yüz yıla yaklaşan yaşamının tüm üretim dönemlerini kapsayan ‘Etel Adnan: İmkânsız Eve Dönüş’ sergisi üzerine yazdı.
Mevsimleri, manzaraları, işaretleri, gökyüzündeki hayali gezegenleri, uyduları ve etkileyici enerjisiyle izleyiciye derin bir keşif ve yorumlama alanı açan sergi, 8 Ağustos’a kadar İstanbul Pera Müzesi’nde ziyaret edilebiliyor.
Çalışmalarını Türkiye’de sergilemek Etel Adnan için kişisel bir mesele: Bir tür eve dönüş. Beyrut doğumlu ressam, aynı zamanda şair, halı tasarımcısı, romancı, estetik alanında çalışan bir akademisyen ve libretto yazarı. Çocukluk günlerini anarken, “Kendimizi bir Osmanlı ailesi olarak görürdük” diyor. Adnan’ın dedesi bir Türk askeriydi. Şam doğumlu babası Assaf Kadri, Osmanlı yönetimi altında ‘Smyrna’ (İzmir) valisiydi. Adnan’ın, 2015 yılında İstanbul Bienali’nde, babasının bir parçası olmasından korktuğu Ermeni soykırımına atıfta bulunan, kağıt üzerine mürekkeple yazdığı, aynı zamanda ‘leporello’ olarak da bilinen Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonundan Aile Hatıraları adlı akordeon kitabı sergilendi. Adnan yazısını Türkiye’yi geçmişini düşünmeye ve ‘gelecekle daha dingin bir şekilde yüzleşmeye’ davet ederek bitiriyor. Bu sergi dışında, İstanbul’da şiirlerinin hayranları çok olsa da Adnan’ın çalışmaları daha önce Türkiye’de gösterilmemişti. İstanbul’un Beyoğlu semtindeki Pera Müzesi’nde gerçekleştirilen ‘İmkânsız Eve Dönüş’ sergisi, kökleri Doğu Akdeniz’e uzanan çok yönlü bir kariyeri yansıtan seramik, gravür, yağlıboya, pastel, suluboya ve tekstil çalışmalarını kapsıyor. Sergi öncesinde Adnan, pandemi sürecindeki kısıtlamalar nedeniyle eve dönüşün gerçekten imkânsız olduğu ortaya çıkana kadar İstanbul ve İzmir’i (eski adıyla Smyrna) de ziyaret etmeyi umuyordu.
Yine de galerilerde Adnan’ın sesi güçlü bir şekilde hissediliyor. Bu hissiyat, Lübnanlı film yapımcıları Joana Hadjithomas ve Khalil Joreige’nin yönettiği ve Adnan ve Joana Hadjithomas’ın Smyrna hakkındaki düşüncelerini paylaştığı Smyrna’dan (2016) kaynaklanıyor. Smyrna, her ikisi de antik liman kentiyle geçmiş bağları olan iki kadının zihninde mitsel bir değere sahip. Adnan’ın Suriyeli babası, Yunan annesiyle orada tanışmıştı. Adnan’ın annesinin memleketine duyduğu hayranlık, 2015 yılında Paris’teki evinde kaydedilen 45 dakikalık bir video röportajda da kendini belli ediyor. Serginin küratörlüğünü, röportajı yapan ve Adnan’ın uzun şiiri The Arab Apocalypse’i (1980) Fransızca orijinalinden Türkçeye çeviren Serhan Ada ve post-Apollo Press’in kurucusu ve Adnan’ın on yıllardır ortağı olan sanatçı Simone Fattal üstleniyor.
Tuvallerinde saf renkler kullanmak için genellikle bıçak ve spatulayı tercih eden Adnan, çalışmalarının çoğunda kayıp evlerin manzaralarını ortaya çıkarıyor: Bir daha asla geri kazanamadığı aile cenneti Smyrna, doğup büyüdüğü Beyrut ve 1958-72 yılları arasında San Rafael Dominik Koleji’nde felsefe dersi verdiği ABD’nin batı kıyısı, yani, California. Uzak diyarlara bakan tepeler, rengarenk gezegenlerin çevresinde dönen uydular ve Lübnan’da çocukluğunun kumsallarına ışık tutan, yerinden kımıldamayan güneş (Arap Kıyameti‘nde sözünü ettiği ‘Hiçlik’), kompozisyonlarında sıkça kullandığı imgeler. Eserlerinin aralarında gezinirken, Adnan’ın yaratım sürecine dair söylediği bir şeyi hatırlıyorum: “Renk tüpten çıktığında onu karıştırmak istemiyorum, çünkü rengin verdiği hazzın çok dolaysız bir güzelliği var.” Bu dolaysızlık, Lübnan’ın eski ağaçlarının renk ve biçiminden beslenen Zeytin Ağaçları’nı (2018) tanımlıyor. Adnan’ın, Hans Ulrich Obrist’in 2016’da Serpentine’de sergi daveti üzerine yaptığı bir dizi geometrik soyutlama olan Dünyanın Ağırlığı‘ndaki resimlerde ise daha farklı bir doğrudanlık var. Bu resimlerde, 1960’lardaki çalışmalarında sıkça yer verdiği kırmızı kareler, Adnan’ın “zihni işgal etme gücü” kullanan “geometrinin büyüsü” fikrini hatırlatarak kırmızı dairelere dönüşüyor.
Gezegenler, yıldızlar ve uydular Adnan’ın resimlerinde sıkça tekrarlanıyor. Şişeler, kahve fincanları, gemiler ve dağlar gibi nesnelerin ve biçimlerin ön planda olduğu ve büyük renk kürelerinin üzerlerinde durduğu Planets serisinden (2019–20) dokuz çalışmaya göz atın. Zaman zaman bu sabitleyici dinamik yer değiştiriyor: Gravür eseri Uzak Güneş (2017), dağ benzeri formların arkasında, pembenin ardından gelen kırmızı ışıklar saçarak batan baş döndürücü yıldızı tasvir ediyor. Çalışmanın yanında yer alan metin, Adnan’ın 2011 tarihli Aşk Uğruna Ödemek İstemediğimiz Bedel adlı kitabından alıntı yaparak daha geniş ekolojik kaygılara işaret ediyor.
Aynı yazıda Adnan, adını Miwok Kızılderililerinin ‘kıyı dağı’ anlamına gelen ifadesinden alan California’daki Tamalpais Dağı’na olan tutkusunu şöyle aktarıyor: “Yıllarca bundan başka hiçbir şey çizmedim, ta ki başka bir şey aklıma gelene kadar. Onun sürekli değişimini gözlemlemek benim en büyük uğraşım oldu.” Akışkan, leke benzeri çizgilerden oluşan mürekkep ve pastel bir çalışma olan Tamalpaïs (c. 1980), aynı temaya sahip bir grup suluboya çalışması arasında yer alıyor. Dört büyük karo panelden oluşan seramik çalışması Tamalpaïs Dağı II de (2019), dağa olan ilgisinin son yıllarda devam ettiğinin bir göstergesi. Bu eserlerinde Beyrut’taki Lübnan Dağı ve tabii ki Cézanne’ın 1990’daki zarif kara kalem eserinde görülen Mont Sainte-Victoire’a olan sevgisinin de izleri mevcut.
Kaya Genç’in kaleme aldığı yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
İngilizceden Çeviren: Gizem Evgin