On binlerce can kaybının yaşandığı depremlerde, üzerinde çok az durulan konulardan biri de kayıp çocuklar.
Avukat Selin Nakipoğlu, Medyascope’taki yazısında, enkazdan kurtarıldığı bilinen fakat sonrasında nerede olduğu bilinmeyen ya da tarikat, cemaat yurtlarına yerleştirildiği iddia edilen çocukların akıbetini sorguluyor: “Önümüzde oldukça kritik bir soru var: Çocuklarımız nerede?”

Selin Nakipoğlu / Medyascope
Ortada büyük bir başarısızlık var. Deprem olduktan sonraki ilk üç gün, topluma büyük vaatlerle sunulan başkanlık sisteminin, deprem olacağı bilinen o illere dair bile bir organizasyonu olmadığını net şekilde görmemizi sağladı. Oysa başkanlık sisteminin en öne çıkan vaadi, artık kararların çok hızlı alınacağıydı.
On binlerce can kaybının ve büyük dramların yaşandığı bu felaket tablosunda, üzerinde çok az durulan konulardan biri de kayıp çocuklarımız.
Önümüzde oldukça kritik bir soru var: Çocuklarımız nerede?
Depremin ilk gününden itibaren çocuklara dair kaygılarımızın her geçen gün büyüdüğü bir tablo ile karşı karşıyayız. Afet zamanlarında yaşanan güvenlik sorunlarının, çocuklar için kaçırılma ve istismara uğrama riskini artırdığı gayet iyi bilinen bir gerçek. Yaşadığımız bu büyük felaket süreci, tüm bu tecrübelere rağmen hükümet tarafından hiçbir tedbirin alınmadığını ve planlama yapılmadığını ortaya koydu. Ortada korkunç bir tablo var. Enkazdan kurtarıldığı bilinen fakat sonrasında nerede olduğu bilinmeyen, sayısını bilemediğimiz kadar çok çocuk kayıp.
17 Şubat ile başlamak istiyorum zira yine tüylerimizi diken diken eden bir fetva çıktı karşımıza. Diyanet İşleri Başkanlığı, fetva sitesinde “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusuna yanıt verdi. Yanıt: “Evlat edinenle evlatlık arasındaki bu ilişki sebebiyle bir evlenme engeli doğmadığı gibi, evlatlığın kendi öz anne babasının yerine, evlat edinenlerin nesebine kaydedilmesi de caiz değildir.” Evlat edinmeye dair Diyanet’in aklına ilk evlilik ve miras hususları gelmiş. Fetva diye yazılan cümle Anayasa’ya, Medeni Kanun’a, Ceza Kanunu’na, Çocuk Koruma Kanunu’na aykırı. Diyanet’in Anayasa’ya, yasalara aykırı ilk beyanı da değil bu. Geçtiğimiz yıl da Diyanet Vakfı tarafından hazırlanan İlmihal kitabında evlilik için alt sınırın kızlarda 9, erkeklerde 12 olarak belirtildiği de belleğimizde.
Sosyal medyadaki tepkiler üzerine bir süre sonra Din İşleri Yüksek Kurulu’nun sitesindeki ilgili sayfa silindi. Depreme dair tüm soru ve yanıtların yer aldığı sayfada da “Depremzede çocuklar evlat edinilebilir mi?” sorusu ve de yanıtı çıkarıldı.
18 Şubat’ta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İHH evlerine yerleştirilen çocuklara dair bir açıklama yaptı ve “Şartları kötüleşirse biz devlet olarak koruma altına alırız” dedi. “Şartları kötüleşirse” kriterini koydu. Hangi koşullarda çocukların şartları kötüleşmiş sayılacak? Koşulların kötüleştiğini kim bildirecek? Kime bildirecek? Yerleştirmeyi kabul eden bakanlığa mı? Hükümetin görevi, depremden zarar görmüş çocukları ideolojisine yakın vakıflara yerleştirmek midir?
Eşzamanlı olarak, yıkımdan kurtulmuş çocukların devletin bilgisi dahilinde çeşitli lokasyonlardaki cemaatlerin “koruması” altına verildiğini öğrendik. Beykoz, Tuzla, Sakarya’dan haberler geldi. Haberleri okudukça kaygımız artıyor. Kaygılanmamak elde değil çünkü Ensar Vakfı’nda yaşanan cinsel suçlar ve Hiranur Vakfı’ndaki çocuk istismarları hafızalarımızda çok taze. Büyük bir travmadan çıkmış, devlet korumasında psikolojik destek alması gereken çocukların tarikat, cemaat yurtlarında ne işi var?
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.