Avrupa Kadın Lobisi Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Selma Acuner ile, bu yıl 65. oturumu düzenlenen BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun (KSK) tarihini, karar alma süreçlerini, kadın örgütlerinin müzakerelere müdahil olma biçimlerini ve KSK’nın sivil toplum örgütlerine karşı yıllar içinde değişen tutumunu konuştuk.
BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun (KSK) 65’inci oturumu bu yıl 15-26 Mart tarihleri arasında “toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve tüm kadın ve kız çocuklarının güçlenmesi için kadınların kamusal yaşama ve karar alma süreçlerine tam ve etkin katılımları için şiddetin ortadan kaldırılması” ana temasıyla düzenleniyor.
Bu yıl KSK sadece açılış ve kapanış oturumlarına devlet delegasyonlarının yüz yüze katıldığı, diğer tüm oturumların ve sivil toplumun çevrimiçi katılabildiği bir formatta gerçekleşiyor.
Kadın hakları aktivistleri bu yıl da, kadın sivil toplum örgütlerine resmi toplantılara/müzakerelere katılmalarına izin verilmediği ve seslerini duyuramadıkları için Komisyonu eleştiriyor. Sivil toplum örgütlerinin 2000’li yıllardan itibaren sağ bloğun yükselmesiyle resmi oturumlardan dışlanmaya başladığını ifade eden Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Ulusal Koordinatörü Dr. Selma Acuner, örgütlerin müzakerelerde tekrar aktif olarak yer alabilmek için yıllardır mücadele verdiğini ifade ediyor. Bu durumun özellikle toplantıların bu yılki başlığıyla büyük bir çelişki oluşturduğunu belirten Acuner, “İçeride kadınlarla ilgili kararlar alınıyor ama kararlar alınırken kadın hareketi temsilcileri yok. Ne büyük bir çelişki. Dünyadaki kadınlara ve LGBTİ+ lara cevap verecek politikalar oluşturulurken, içeride konunun sahipleri yok. Kime hitap ediyor bu politikalar o zaman?” diyor.
Müzakerelerin resmi olarak dışında bırakılmalarına karşı sosyal medyada #UnmuteCSW65 (CSW65’in sesini aç) etiketiyle kampanya yürüten aktivistler, eşitlikçi olmayan katılım süreçlerini protesto etmeye başladı. Bazı ülke diplomatları da kadın örgütlerine destek vererek aynı etiket ile diğer ülkeleri de sivil toplum örgütlerine arka çıkmaya davet ediyorlar.
Uluslararası kadın politikalarının oluşturulduğu en etkili yapılardan biri olan ancak kadın sivil toplum örgütlerinin yıllar içinde giderek daha az sesinin duyurabildiği BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun (KSK) dünü ve bugününe ilişkin bir yazı dizisi hazırladık.
Dizinin ilk konuğu, Avrupa Kadın Lobisi Türkiye Ulusal Koordinatörü Dr. Selma Acuner. Acuner ile, KSK’nın tarihini, karar mekanizmalarının işleyişini, kadın örgütlerinin müzakerelere müdahil olma biçimlerini ve KSK’nın sivil toplum örgütlerine karşı yıllar içinde değişen tutumunu konuştuk.
Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) nasıl oluştu?
Dünyada kadınların eşitlik mücadelesi, çok uzun bir tarihe dayanıyor. Kadınlar eşit haklar, barış ve özgürlük için bir taraftan mücadele veriyorlar, diğer taraftan paralel olarak örgütlenmelerini geliştiriyorlar. Bu süreç Birleşmiş Milletler’in kuruluş aşamalarından itibaren başlıyor. Kadınlar BM’nin kuruluş aşamalarından itibaren eşitlik politikalarına müdahil oluyorlar. Bu çabaları, Kadının Statüsü Komisyonu’nun kurulmasının da ilk temellerini oluşturuyor. Nasıl bir ortamda kurulduğu tabii çok önemli. I. ve II. Dünya Savaşları var. Büyük bir yıkım içinde dünya, özellikle Avrupa. Devletler bir araya gelip, barışı getirecek ve silahsızlanmayı sağlayacak bir şekilde kurumsallaşmaya karar veriyor. 1919 yılında Paris Konferansı, Versay Anlaşması’yla Milletler Cemiyeti kuruluyor.
Hemen ardından, o dönemde henüz çok yeni olan uluslararası kadın hareketi temsilcilerinin yoğun mücadelesiyle Kadınlar ve Müttefikler Arası Oy Hakkı Konferansı adı altında bir uluslararası örgütlenme kuruluyor. Milletler Cemiyeti’ne kadın haklarıyla ilgili tekliflerde, taleplerde bulunuyorlar. İşin ilginç tarafı, daha Milletler Cemiyeti aşamasındayken, kadınlar, cemiyetin her seviyedeki kadrolarında, genel sekreterlik pozisyonu da dahil olmak üzere, tüm karar alma mekanizmalarında eşit bir biçimde temsil edilmek istediklerini söylüyorlar. Ve bu çabaları karşılık bulmaya da başlıyor.
1937 yılında Kadınların Yasal Statüsü Uzmanlar Komitesi kuruluyor. Bu komite, kadınların yasal statülerini farklı ülkeler temelinde inceleyerek bilimsel ve kapsamlı araştırma yapma görevi üstleniyor. Bu Komisyon, henüz çalışmalarını genişletirken II. Dünya Savaşı patlak veriyor. Ancak, kurulmuş olması, kadınların insan hakları konusunun hükümetlerarası işbirliği gündemine yerleşmesi açısından son derece önemli bir adım oluşturuyor. Bu Komite aynı zamanda, daha sonra kurulacak KSK’yı önceleyen birim olarak da kabul edilir.
I. Dünya Savaşı’nın bitiminde, Milletler Cemiyeti dağılıyor, onun yerine 1945 yılında Birleşmiş Milletler kuruluyor. Tam bu noktada vurgulanması gereken, BM Sözleşmesi yapılırken uluslararası kadın örgütlerinin yoğun bir şekilde müdahil olması. Sözleşmenin üçüncü maddesine, “Erkeklerle kadınların hak eşitliğine olan inanç” ibaresini koyduruyorlar. 8. maddenin ise “Birleşmiş Milletler, kadın ve erkeklerin ana ve yardımcı organlara herhangi bir sıfatla ve eşit koşullarla katılabilmelerine hiçbir kısıtlama koymayacaktır” şeklinde düzenlenmesini sağlıyorlar.
1946 yılında, kadınların bir birim oluşturulması talepleri üzerine İnsan Hakları Komisyonunun altında kadının statüsüne ilişkin bir ‘alt komisyon’ kuruluyor. Ancak, kadın örgütleri ve kadın delegeler tüm dünyadaki kadınlar için politika oluşturma iddiasında olan bir yapının ‘alt komisyon’ olmasına itiraz ediyorlar, sadece kadın konularına odaklanmış bir birimin kurulması taleplerini sürdürüyorlar. Bu çabalar sonucunda, şu anda New York’ta da sürmekte olan Kadının Statüsü Komisyonu, EKOSOK’a[1] bağlı ana komisyonlardan biri olarak kuruluyor (21 Haziran 1946). Böylece, BM düzeyinde kadın-erkek eşitliği açısından tarihi bir eşik daha atlanıyor ve uluslararası kadın politikalarının oluşturulduğu bir yapı kurulmuş oluyor.
KSK bir ana komisyon olduğu için de her sene Şubat veya Mart aylarında Genel Merkezi New York’da olan BM çatısı altında toplanıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine farklı başlıklarda kararlar çıkarıyor.
Komisyonun karar mekanizması nasıl işliyor?
Kadının Statüsü Komisyonu, hükümetler arası olmakla birlikte aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin de katıldığı bir kuruluştur. KSK’nın rolü, 1995 yılında toplanan Pekin Dördüncü Dünya Kadın Konferansından sonra genişliyor. KSK’ya, Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nun uygulanma süreçlerini izleme ve gözden geçirme görevi veriliyor. Eylem Platformu’nda kadın haklarına ilişkin belirlenen 12 kritik alan, KSK’nın da temel çalışma ve izleme alanları oluyor.
KSK ve kadın örgütleri arasında nasıl bir ilişki mevcut?
2000’lere kadar, sivil toplum örgütleri resmi tartışmaların, diplomatların, hükümet temsilcilerinin katıldığı salonlara girerler, birlikte çalışırlar, fikir alışverişinde bulunurlardı. Kararlar bu şekilde alınırdı. 90’lı yıllar katılımcılığın etkin olduğu yıllardı. Daha sonra, 2000’li yıllardan itibaren bu durum yavaş yavaş değişmeye başladı. Kırılma noktaları var; feminizm karşıtlığı ve aşırı sağ karşıtı hareketlerin küresel çapta yükselmesi, ve örgütlenmesi, ne yazık ki BM içinde de kendisini göstermeye başladı.
KSK oturumlarında, kadın örgütleri paralel etkinlikler yaparken, resmi delegasyonlar “agreed conclusions” dediğimiz, uzlaşılmış sonuçlar belgesi oluşturur ve yan etkinlikler yaparlar. Burada şöyle önemli bir ayrım var. Bu oturumlarda, uzlaşılmış sonuçlar metinlerini hükümet temsilcileri tartışıyor ve genellikle de tartışmaları ülkelerin BM nezdindeki büyükelçileri sürdürüyor. Yani küresel olarak toplumsal cinsiyet eşitliğini oluşturanlar konunun uzmanları olmayabiliyor.
O dönemde Türkiye delegasyonları kimlerden oluşuyordu?
Bizim katıldığımız dönemde Türkiye Büyükelçiliği’nde bizlerle işbirliği yapan diplomatlar vardı, birebir çalışırdık ve salona bizim söylediklerimizi taşırlardı. Bizler de masalara oturarak müzakereleri yürütürdük. Düşünebiliyor musunuz, resmi delegasyona bağımsız uzmanlar olarak katılır, mikrofonların başına oturur ve tartışmaları yürütürdük. Şimdi artık hayal gibi! Daha da tarihsel olanı ilerlemeci paragrafların girmesini sağlayan delegasyonlardan biriydik.
Peki ne değişti?
2000’li yıllardan itibaren BM, yavaş yavaş sağ blokun aşırı yükselmesi ve Vatikan, İran, Rusya, Afrika gibi ülkelerin etkin hale gelmesiyle, sivil toplum örgütleri salondan çıkarılmaya başlandı. O kadar ilginçtir ki, salona girmeyi bırakın, salonun etrafında bile dolaşmamızın yasaklandığı dönemler başladı. Bu bir kırılma noktasıydı. Türkiye için de 2013 yılı çok belirleyicidir. 57. Oturumun yapıldığı 2013 yılında birdenbire ilgili yetkililer, sivil toplum örgütlerini heyetlere girmesinden rahatsız olmaya başladılar. Halbuki o sene kadına karşı şiddetin engellemesi konusunda çıkan son derece kapsamlı karar metninde delegasyon olarak olağanüstü katkıda bulunmuştuk. Bu dışlama politikası üzerine 2015 yılında kadın örgütleri Kadın Koalisyonu‘nun girişimiyle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na hitaben ‘ASPB Kadın Örgütlerini Uluslararası Siyasal Süreçlerden Dışlıyor başlıklı bir bildirge hazırlayarak kampanya başlattı. Devamında resmi heyete bağımsız uzmanların katılımı sağlandı ancak daha sonraki yıllarda bu katılım tamamıyla sona erdi.
Aynı şekilde, bizim de çok uzun yıllardır içinde olduğumuz küresel feminist hareket olarak, “Nothing About Us Without Us!” (Bizim Hakkımızda Hiçbir Şey Bizsiz Olmaz) başlıklı bir bildirge ile kadın örgütleri ve LGBTİ+lar olarak protesto etmeye başladık . Bu şekilde BM’ye de kadın örgütlerini dışlayamayacaklarını ifade ettik. Böylece bir çatışma başladı. Kadın örgütleri resmi toplantıların/müzakerelerin tamamıyla dışında bırakıldı. Bütün dünyadaki kadınlara cevap verecek politikaların tartışmalarından uzaklaştırıldılar. Bu nedenle, biz özellikle son yıllarda, 2015’li yıllardan bugüne kadar, BM Kadının Statüsü Komisyonu çalışma metotlarının değiştirilmesi için mücadele veriyoruz. Bu sene yine aynı tutumun, salgın da bahane edilerek devam etmesinden dolayı çalışma metotlarına itiraz etmeye devam edeceğiz.
Özellikle, 2012 yılından itibaren, KSK 56. oturumunda, uzlaşılmış kararların çıkmasının muhafazakar blok tarafından engellenmesi üzerine, uluslararası kadın hareketi KSK oturumları için inanılmaz bir örgütlenme sürecine girdi. Uzlaşılmış sonuçlar metinleri üzerinde kendimiz çalışıp küresel kadın hareketinin görüşlerini ekleyip, bizimle aynı düşüncede olan ülkelere metnimizi veriyoruz ve onlar da içeride bizim sesimiz oluyorlar. Dolayısıyla kadın örgütleri bir şekilde sürecin dışına atılmış olsa da, içeriye müdahil oluyorlar. KSK resmi taraf oturumları boyunca, küresel kadın örgütleri koridorlarda sabahlara kadar nöbetleşe bir şekilde bekleyerek, feminist hareketin görüşlerini, politikalarını, gerekçeleriyle birlikte içeri iletiyor. Kadın hareketi bu şekilde Kadının Statüsü Komisyonu’nun üzerinde uzlaşılmış metinlerine müdahil oluyor… Ama bu şekilde olmak zorunda mıydı?
Mesela Türkiye resmi delegasyonu, 2013 yılına kadar, küresel kadın hareketinin sesini tartışmalar sırasında paylaşan ülkelerden biriydi. Türkiye tek başına mikrofona basıp, konuşma hakkına haiz olduğu için heyette olan bağımsız uzmanlar olarak müzakerelere girer ve inanılmaz destek alırdık.
Bu sene toplantılar çevrimiçi düzenleniyor. Bu sivil toplum örgütlerinin görüşlerini iletmesine engel teşkil edecek mi?
Dediğiniz gibi, bu sene internet üzerinden, bir tarafta hükümetlerin resmi müzakereleri ve yan etkinlikleri, diğer tarafta sivil toplumun paralel etkinlikleri yapılıyor. Ama biraz önce bahsettiğim, uzlaşılmış sonuçlar belgesini kim tartışıyor şu anda? Sadece resmi taraf. Pandemi ve güvenlik gerekçeleriyle sivil alan sivil toplum örgütlerine daha da çok kapanmaya başladı. Ve uzlaşılmış sonuçlar belgesi neredeyse tamamıyla diplomatlarca oluşturulacak bu sene. Kadınlarla ilgili kararları sadece, çoğunlukla da erkek olan resmi görevliler tartışacak. İçeride kadın hareketi olduğu müddetçe, oldukça iyi metinler çıkıyordu. Bu sene ne çıkacağını göreceğiz.
Peki sivil toplum örgütleri daha önce yaptıkları gibi aynı görüşteki ülkeler üzerinden taleplerini içeri iletemeyecekler mi bu sene?
İletebilecekler. Şu anda toplumsal cinsiyet eşitliğine feminist bakış açısı olan, kadın-erkek eşitliği perspektifi olan ülkelere kendi görüşlerimizi yolluyoruz. Onlar da bu metinlerden alıntılar yaparak müzakerelerde toplumsal cinsiyet eşitliği savunuculuğu yapmış oluyorlar. Ama şimdi orada fiziken olmadığımız için daha zor. Biz daha önceki yıllarda diplomatlar veya resmi delegasyonlarla birebir görüşerek önerilerimizi aktarabiliyorduk. Şimdi sadece e-mail veya elektronik ortam aracılığıyla iletişim kurabiliyoruz. Ama anlatmak gerekiyor. Uzaktan da olsa bunları yapmaya çalışıyoruz elbette. Dünyada da Küresel feminist hareket çok güçlü ve en muhalif hareket. Biz de çok uzun yıllardır bu küresel hareketin içindeyiz. Bu güçle, resmi tarafa açıkça diyoruz ki, bizimle ilgili politikaları bizsiz yapamazsınız: Nothing About Us Without Us!
Bu sene hangi konuların hükümetleri ve sivil toplumu karşı karşıya getireceğini öngörüyorsunuz?
Bir çarpıcı örnek vermek gerekirse: Her sene daha önce bahsettiğim aşırı muhafazakar ülkelerden oluşan blok, ülkelerin KSK’da alınan kararların uygulanıp uygulanmamasının her ülkenin ‘kendi egemenliğinde’ olması gerektiğini savunur ve uzlaşılmış metinde böyle bir paragrafın yer almasını zorlar. Bu hamle ile, ilerlemeci paragrafların uygulanmasının bir zorunluluk olmaktan çıkarılmasını sağlamaya çalışırlar. Biz de buna itiraz ederiz. O zaman eğer her ülkenin keyfiyetine bırakacaksak niye yapıyoruz bu oturumları? Burada çıkan kararları bütün ülkeler uygulamak zorundadır diyoruz. Bu tartışmaların bu sene de gündeme geleceği muhtemeldir.
Tartışmalar başlamadığı için ülkelerin neye itiraz ettiğini bilmiyoruz henüz. BM Kadın Birimi yaklaşık 10–15 sayfalık bir metin hazırlıyor, taslak olarak. Bu taslak ülkelerin ilgili bakanlıklarına gidiyor. Ülkeler kendi değişikliklerini ekliyorlar. Metin en son 200 üzerinde sayfaya ulaşmıştı, düşünün ki ne kadar çok görüş ekleniyor. BM Kadın Birimi bütün teklifleri tekrar gözden geçirerek benzer önerileri birleştirerek düzenleyecek. Sonrasında hükümetlerin temsilcisi diplomatlar, madde madde tartışmaya başlayacaklar. Bazen, tartışmalar sadece bir kelime üzerinde sabahlara kadar sürer, çünkü, kadının ilerlemesi, güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla kurulmuş olan KSK son derece siyasi bir yapı. Ülkelerin farklı öncelikleri ve bunu belirleyen normların birbiri ile zıtlaşması, kültürel çatışmalar gibi nedenlerle kadın hak ve özgürlüklerini sağlayacak kararların çıkması kolay olmuyor. KSK’nın dokusuna, hükümetlerarası bir kuruluş olması nedeniyle, uluslararası politika yapma süreçlerinin hiyerarşisi hakim.
Bu hiyerarşik yapının ortaya çıkardığı en temel problem ise, KSK oturumlarında, tüm dünyadaki kadın sorunlarına veya taleplerine, farklılıklarını gözeterek cevap verecek politikaların, konunun sahibi kadın örgütleri değil sadece hükümet temsilcileri tarafından müzakere edilerek kabul edilmesi. Bu tutumun, STK katılımını teşvik eden Pekin Eylem Platformu’nun ilgili paragrafları ve KSK’nın kuruluş felsefesi ile de çelişkili olduğunu söylemeliyim. Neticede, bu sene kimin neye itiraz ettiğini, hangi siyasi çatışmaların çıkacağını ve muhafazakar blokun hangi konuları sulandıracağını ancak tartışmalar başladığı zaman göreceğiz.
Bu sene toplantıların konusu, kadınların karar alma mekanizmalarına etkin katılımı. Sivil toplum örgütlerinin resmi toplantılardan dışlanması bir çelişki oluşturmuyor mu?
Tabii ki, tam bir çelişki. İçeride kadınlarla ilgili kararlar alınıyor ama kararlar alınırken kadın hareketi temsilcileri yok. Ne büyük bir çelişki. Dünyadaki kadınlara ve LGBTİ+ lara cevap verecek politikalar oluşturulurken, içeride konunun sahipleri yok. Kime hitap ediyor bu politikalar o zaman? Hele de bu senenin başlığıyla son derece büyük bir çelişki yaratıyor. Sonuçta durum öyle bir hale geldi ki, Türkiye’de de olduğu gibi, küresel kadın hareketi ve LGBTİ+lar kendi politikalarını sivil alanda kendileri oluşturmaya devam ediyorlar ve ilgili taraflara iletiyorlar.
Türkiye’de ve dünyada kadın hareketinin şöyle bir avantajı var. Sosyal medya diye bir gerçeklik var artık. Haberleşme çok hızlı bir şekilde sağlanıyor. Pandemi nedeniyle BM koridorlarında olmasak bile, en azından sosyal medya üzerinden çok hızlı kampanyalar geliştiriliyor. Bu sene mücadele ve savunuculuk bu şekilde götürülecek. Devamında da Mart ayı sonunda Meksika’da, haziran ayında Fransa’da Generation Equality Forumlar-GEF (Nesiller Boyu Eşitlik Forumları) yapılacak. Özellikle genç kadınların sözünün öne çıkarılması hedeflenen bu süreçlerde toplumsal cinsiyet eşitliği başlığında pek çok konu tartışılacak.
Biz de Türkiye’de kurduğumuz Pekin+ 25 Hazırlık Grubu olarak bir teklif hazırladık. Dünyada BM Kadının Statüsü Komisyonu gibi kurumların, kadın ve LGBTİ+ politikalarına cevap veremedikleri doğrultusunda daha bağımsız yapılara gereksinim olduğu hedefiyle yola çıktık. Geçen sene Covid-19 Salgını nedeniyle toplanamayan Pekin+25 başlıklı KSK’ya bağımsız küresel bir yapı kurma önerimiz olacaktı. Bu teklifimizi Meksika’da yapılacak GEF’te gündeme getireceğiz.
Pekin+ 25 Platformu olarak aklımızdaki, bütün dünyadaki kadınların ve kadın örgütlerinin başvuru yapabilecekleri, parçası olabilecekleri ve kendi hayatlarını etkileyecek politika ve usullere karar vererek uygulayabilecekleri yatay bir yapılanma. Kadınların yöneteceği, hiçbir kuruma bağlı olmayan ama uluslararası kurumlarla işbirliği sağlayan, CEDAW, GREVIO gibi komisyonlarla yakın işbirliği içinde olan bağımsız bir yapılanmayı tartışmaya açacağız. Bu şimdilik bizim hayalimiz.
Bugünün siyasal ikliminde, kadın hareketinin rolünü nasıl görüyorsunuz?
Günümüzde, tüm dünyada sivil toplum örgütlerinin faaliyet gösterebileceği demokratik alanların yasalar ve düzenlemelerle daraltılmasına şahit oluyoruz. Totaliter yönetimlerin ve aşırı sağ hareketlerin hızlı yükselişi ve kendi eril kültürlerini yaratarak kadın ve LGBTİ hareketlerini düşmanlaştırması kaygı ile izlediğimiz gelişmeler. Paralel olarak resmi mali kaynaklarla beslenen GONGO’ların (Governmental NGOs) artışı ve kendilerini sivil hareketler olarak tanımlayarak hükümetlerin sözcülüğünü yapmaları dikkatle izlenmesi gereken süreçler. Bunun uluslararası kuruluşlara yansımasını maalesef Birleşmiş Milletler’de de yaşıyoruz. Ama elimizde, CEDAW, GREVIO gibi yapılar ve Pekin Eylem Platformu gibi güçlü metinlerimiz var. Bunun yanı sıra, küresel kadın hareketi son derece örgütlü bir şekilde çalışıyor. Dünyanın en güçlü muhalif hareketi, uluslararası kadın hareketi ve feminist hareketlerdir diyebiliriz.
Küresel kadın hareketinin, devlet, aile ve piyasa gibi kurumları eşitlikçi bir şekilde dönüştürebilecek muhalif bir güç haline geldiği açık. Özellikle muhafazakar bloka ait ülkelerin bu durumu son derece iyi algıladıklarını kadın hareketine gösterdikleri direncin büyümesinden de anlayabiliyoruz.
Diyalektik olarak her ana akım hareket kaçınılmaz olarak karşı hareketini de geliştiriyor; dolayısıyla, eril egemenliğe dayalı kültür ve zihniyetin kadın hareketini bertaraf edilmesi gereken güçlü muhalif bir grup olarak algılamasına da bu çerçevede değerlendirebiliriz.
Özetle, tüm bu engelleme çabalarına, geri gidişlere ve zorluklara rağmen, değişimin ulusal ve küresel kadın hareketleri ve sivil toplum ile geldiğini vurgulamalıyım. Son söz olarak bizimle ilgili hiçbir politika biz olmadan asla!
[1] EKOSOK 1945’te kurulmuştur ve BM’nin 6 temel organından biridir. detaylı bilgi için bknz: https://www.un.org/ecosoc/en/about-us