SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin bu ay gazeteci Zeynep Miraç’ın moderatörlüğünü üstlendiği “SES’li Düşünüyorum” başlık konuşma serisinde, gazeteci ve belgeselci Nebiye Arı ve sosyolog Feyza Akınerdem müslüman kadınların feminizmle ilişkisi üzerine konuştu.
SES Derneği’nin düzenlediği SES’li Düşünüyorum konuşma serisinde, bu ay “Hem Müslüman Hem Feminist” belgeselinin yönetmeni gazeteci Nebiye Arı ve sosyolog Feyza Akınerdem konuk oldu. Gazeteci Zeynep Miraç Taner’in soru ve yorumlarıyla moderatörlüğünü üstlendiği etkinlikte Arı ve Akınerdem, müslüman kadınların feminizmle kurduğu ilişki üzerine konuştu.
Belgeselin yapım sürecini ve feminizmin müslüman kadınlar arasında nasıl yeşerdiğini, hangi engellerle karşılaştığını, bu engelleri nasıl aştığını, hem mücadelelerini hem de sorgulamalarını hem de yüzleşmelerini belgeselde nasıl aktardığını anlattı:
“Zoom Project hikaye anlatıcıları ve gazeteciler için bir fon açtı. Ona başvurarak bu belgeseli çekme imkanım oldu. Müslüman feministler ve İslami feminizm konusunu gazeteciler çok seksi ele alıyor. Sadece bir konuda, sadece gündem olacak şekilde, “Muhalif Müslüman kadınlar da var” diyerek ele almayı tercih ediyorlar. En son ben de bir röportaj vermiştim. Orada, gazeteciye müslüman feminist olmadığımı söylememe rağmen o şekilde beni lanse ederek haberi vermeyi tercih etti. Bunu engellemek için daha içeriden bir bakış açısı kurmaya çalıştım belgeselde de.”
“Sosyal medyada özellikle, “Hem müslüman hem feminist olunmaz” yorumlarıyla çok karşılaşıyoruz. Türkiye’de müslüman feministlerin sayısı hem müslüman hem feminist olunmaz diyenlerden daha az. Onların görünürlüğü daha ön planda. Kendisine müslüman feminist demesine bile gerek yok, müslüman bir kadın feminist olduğunu söylediğinde, ona direk söylenen şey bu. Bunu sadece müslüman mahalle değil, seküler mahalle de söylüyor. O yüzden başlığı tersinden göstermek istedim. “Hem müslüman hem feminist” ifadesini çok kullandıkları için başlık da öyle olsun istedim. Ayrıca kendisini hem müslüman hem de ayrıca feminist olarak tanımlayan kadınların olması da etki oldu. Sadece müslüman feminist değil de, ikisini bir arada tutan bir isim olarak böyle bir isim tercih ettim.”
“Herkes ikilik tartışmasını yürütmek istemiyor, belgeselde de onu göstermeye çalıştım. İdeolojik olarak onun altyapısını oluşturmak, islami feminizmin tüm veçhelerini bilmek, bütün külliyatla kavga edip, hepsine açıklama getirmek gibi bir isteği yok herkesin. Sadece müslüman bir kadın olarak feminist bir yol çizmeye çalışıyor. Kadınlık merkezinde bir hayat kurmaya çalışıyor insanlar ve bunun içinde çelişki olarak adlandırılan şeyin üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız hayatta kendimize bir yok çizmeye çalışıyoruz ve çizdiğimiz yolun yanlış olduğu söyleniyor genelde. Kimileri o külliyatla çarpışarak yapıyor, kitaplar çıkarıyor, dergilerde yazılar yayınlıyor ama kimileri de “Ben sadece bu şekilde yaşamak istiyorum, feministim de, aynı zamanda müslümanım da ve her soruya cevap vermek zorunda değilim” diyerek yoluna devam ediyor. Belgeselin içinde o çeşitliliği yansıtmaya çalıştım.”
Sosyolog Feyza Akınerdem ise bir müslüman kadın olarak kendisinin feminizmle kurduğu ilişkiyi ise şu sözlerle anlattı:
“Böyle bir kimliklenme yaşamadım. Sürece yayılmış bir şekilde, Müslümanlıkla feminizmin bir aradalığının aslında kendine özgü, çok farklı, dikkat çekici bir şey olduğunu son birkaç yılda gördüm. Ben çok daha ana akım feminizm içinden, Türkiye’de kadınların şiddete karşı yürüttükleri mücadelenin içinde sosyalleşerek, biraz da akademik olarak feminist teori ve metodu kullanarak kendime feminist demeye başladım. İçinde bulunduğumuz toplum oldukça bölünmüş bir toplum ve o bölünmüşlüğün her aşamasından geçtim. 28 Şubat süreci, Boğaziçi Üniversitesi deneyimi, akademinin içinde var olma çabası, baş örtüsü yasakları bir yandan, Kemalist kısıtlamalar diğer taraftan, kendine akademi içinde bir hayat hayal etmenin zorluğu ve yurtdışına çıkmak, orada çeşitli bağlamları görmek…
“Bütün bu deneyimler, gözlemler, 2007’den itibaren Türkiye’de kutuplaşmanın farklı bir ivme kazanması, gücün el değiştirmesi, o esnada yaşanan sancılar, o süreçte ‘Birbirimize sahip çıkıyoruz,’ ‘Başörtülü aday yoksa oy da yok’ gibi kadınların kendi gri alanlarını oluşturdukları süreçler yaşadık. O oluşumlarda aktif bir şekilde yer aldım. Birçoğunun kurucusu oldum, birçoğuna fikrini ben verdim. Bunların ortak çabası kutuplaşmış bir Türkiye’de, kadınların kendi ortak alanlarını, dertlerini, yaşadıkları eşitsizlikleri ortak bir çekilde dile getirebilecekleri mecralar kurmaktı. Bir gri alan tutma çabası içinde oldum her zaman. Bunu da başörtülü olmak, başı açık olmak, seküler olmak, Müslüman olmak, bütün bunlanların üzerimize yapışan etiketler olduğunu, bunların ötesinde gündelik hayat kaygılarımızın çok daha ortak olduğunu düşündüm.”
“Tutmaya çalıştığımız gri alan gittikçe gücünü yitiriyor Türkiye’de. Çok daha kutuplaşmış, öfkenin hakim olduğu bir toplumsallık içindeyiz. Ben de öfkeliyim. Sakin bir şekilde diyalog kanalları arayan bir insan değilim artık. Fakat islami feminizmin bu kadar popülerleşmesinin de bu bağlamda anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de muhalif bir söylem alanı varsa, o alanın islami feminizmi güvenli bir müslüman limanı olarak gördüğünü düşünüyorum. O yüzden bu kadar ilgi görüyor. Kötü niyetli değil ama bazen benim gibi kadınların söylemek istediklerinden fazlasını o kadınlara yapıştıran, yükleyen bir bakış açısı.”
Akınerden, feminist müslümanlarla islami feminizm arasında farkı ise şöyle anlattı:
“Müslüman kadınların feminizmiyle islami feminizm birbirinden çok farklı şeyler. İslami feminizm daha çok laik olmayan toplumlarda yani şeri hükümlerin uygulandığı toplumlarda, bu hukuk sistemi içerisinde kendine alan açmaya çalışan, onunla mücadele veren, kanun yazan, fetva konularında tartışmalar açan bir feminist akım. Türkiye’de ise farklı bir tarihsellik var. Bunu yerelleşme ve feminizmin sesinin çoğaltılması, kadınların gündelik hayatlarına ışık tutabilecek, onları feminist söylemin için katabilecek bir çaba olarak görüyorum.”
“Türkiye’de Müslüman kadınların feminizmi bir islami bilgiyi dönüştürmekten çok kamusal hayatı ve gündelik hayatı dönüştürme çabası. Kadınlar, kendilerine feminist desinler veya demesinler, patriyarkanın farkındadırlar. Kadınlar kendilerine ne yapıldığını her zaman bilirler. Eşitsizlikler, yapmak istemedikleri şeyleri yapmaya zorlandıklarını farkındadırlar. Bazen bununla kavga etmezler ve buna uygun bir hayat kurmaya çalışırlar. Bazen de bununla kavga ederler. Ve tabii bazen de müzakere ederler. Bunların her bir biçimi dindar kadınlar için de var. Dini bir inanç, dini bir aidiyet bazen kadınları güçlendirebiliyor, çünkü erkeklerin karşısına çıkıp “Sen benden Allah’ın istemediği bir şey benden isteyemezsin” diyebiliyor, bazen güçsüzleştirebiliyor, ben ikincil olduğumu dinin şu kaynaklarına dayanarak kabul ediyorum diyen kadınlar var. Ya da bütün bu aidiyetlerinden vazgeçerek mücadelesini sürdüren de var.”