Havle Kadın Derneği’nin raporuna göre, kadınların birçoğu yaşadıkları şiddeti değerlendirirken çoğunlukla şiddeti bireyselleştiren psikolojik kavramlardan yararlanıyor. Bu durum, şiddetin toplumsal yapılarla olan bağını koparıp kişiselleştirerek kadınların yaşadıklarını ataerkiyle ve toplumsal normlarla ilişkilendirmesinin önüne taş koyuyor.
Havle Kadın Derneği, Heinrich Böll Stiftung’in desteğiyle “Şiddetin Adını Koymak: Kadınların Dini Aidiyetleri Ve Şiddetle Başa Çıkma Yolları” başlıklı bir rapor yayınladı.
Rapor, dini farklı şekillerde yaşayan kadınların kadına yönelik şiddeti değerlendirme yollarını, bu değerlendirmeyi yaparken dini ve toplumsal değerlere nasıl referans verdiklerini veya vermediklerini, toplumsal cinsiyet temelli şiddet ile toplumsal değerler arasındaki karmaşık ilişkileri anlamaya çalışan bir araştırmanın analizini içeriyor.
Aynı zamanda bu araştırma ile kadınların şiddetle başa çıkma yolları ve şiddeti yaşarken kimlerin, hangi kurumların ya da düşüncelerin onlarla dayanıştığı veya yollarına taş koydukları da ortaya konmak isteniyor.
Havle Kadın Derneği, bir grup kadın tarafından kolektif bir şekilde yürütülen bu araştırmanın raporu ile Türkiye’de kadına yönelik şiddete dair üretilen bilgiyi genişletmeyi ve yaygınlaştırmayı, kendi bünyesinde yürüttüğü savunuculuk faaliyetlerini şekillendirmeyi ve böylelikle feminist mücadeleye katkı sunmayı amaçlıyor.
Rapora göre, araştırmaya katılan kadınların anlatılarında, feminist mücadele tarafından tanımlanan çok çeşitli şiddet biçimlerini birbirinin içine geçmiş bir şekilde görmek mümkün. Eğitim, yaş, ve maddi durumla farklılaşan bu şiddet biçimlerini birbirinin devamı ve perçinleyicisi olarak bir arada yaşayan kadınların bir çoğunun anlatılarında yalnızlık, çaresizlik ve yetersizlik ortak duygular olarak ortaya çıkıyor. Kadınların tamamına yakını yaşadıklarını tarif ederken “şiddet”, “psikolojik şiddet” ve şiddetle irtibatlı düşünülebilecek baskı, kontrol gibi kavramlara başvuruyorlar.
Raporda, katılımcı kadınların din ve şiddet ilişkisiyle ilgili çok farklı anlatılar kurdukları ifade ediliyor.
Kadınların birçoğu psikoloji söylemine başvuruyor
Kadınlar kendi tecrübelerini anlatırken nadiren dini referanslar verirken daha çok Allah’la kurdukları bireysel ilişkiye ve bu ilişkinin değişimine değen anlatılar kuruyorlar. Aile, boşanma, fıtrat, feminizm gibi toplumsal norm, değer ve kurumlara dair değerlendirmelerini sorulduğunda verdikleri cevaplar ise birçoğu toplumsal olarak kabul gören normatif dine dayanıyor. Toplumsal olarak yaşanan dini eleştiren kadınlar da mevcut iken, kadınların bir çoğu dini sorgulamaya açacak yorumlar yapmıyorlar.
Kadınların bir çoğu toplumsal cinsiyet kavramını ve feminizmi eleştirirken, şiddet anlatılarında kelime dağarcıklarını en çok şekillendiren söylemin ise psikoloji olduğu görüşüyor. Kadınların dini değerleri kabul etmeyen “uç” bir ideoloji olarak gördükleri feminizmin aksine psikolojinin onlar için meşru bir zemin yarattığını söylemek mümkün.
Kadınların bir çoğu yaşadıkları şiddeti değerlendirirken çoğunlukla şiddeti bireyselleştiren psikolojik kavramlar ve söylemlerden yararlanırken, bazıları, bilhassa eğitimli kadınların, yaşadıkları şiddeti kendi çocuklukları ya da anne babalarının geçmişi ile ilişkilendirerek teröpatik bir formda anlatıyor. Yani psikolojik şiddet kavramını sahiplenen kadınlar için, burada şiddetin başındaki “psikolojik” sıfatı kadınlara şiddetin kendisini yorumlama ve anlam vermelerini de şekillendiren bir bakış veriyor.
Şiddetin psikolojize edilerek kişiselleştirilmesi eğitimli kadınlarda daha fazla iken, yine de bu konuda eğitim seviyesiyle birlikte ortaya çıkan büyük bir farklılaşma olmadığı görülüyor. Psikoloji dizileri, televizyon programları gibi çok sayıda formlarda insanların gündelik hayatına girmiş olan psikoloji söylemi farklı yaşlardan, eğitim seviyelerinden ve sosyal sınıflardan gelen insanların kendilerine bakışını şekillendiriyor ve yaşadıklarına anlam vermelerini sağlıyor.
Psikoloji söylemi şiddetin toplumsal yapılarla bağını koparıyor
Kadınlara özdüşünümsel bir alan açan psikoloji söylemi bir yandan da şiddetin toplumsal yapılarla olan bağını koparıp kişiselleştirerek kadınların yaşadıklarını ataerkiyle ve toplumsal normlarla ilişkilendirmesinin önüne taş koyuyor. Bu bağlamda, araştırmada psikoloji kadınlar için hem imkan sağlayan hem de sınırlar koyan bir söylem olarak ortaya çıkıyor.
Bununla birlikte, araştırmada şiddeti toplumsal yapılar ve kurumlarla ilişkilendiren kadınların da olduğu görülüyor. Feminist kadınlar ataerkiye işaret ederken, kadınların bazıları ise ise insanların dini yaşamadıkları için şiddete başvurduğunu ifade ediyor.
Kadınlar çok farklı şekillerde şiddetle başa çıkarken, din ve psikoloji en çok öne çıkan ve birbiriyle karşıt ya da birbirine alternatif olarak görülmeyen iki başa çıkma biçimi. Psikoloji ve din ile kadınların yaşadıklarına anlam verme suretiyle şiddetle başa çıktıklarını görülüyor.
Kadınların büyük bir 20 çoğunluğu psikolog ve psikiyatrist desteği aldığını ifade ederken, özellikle kadınların bir çoğu kader inancına ve yaşadıklarının Allah’ın bir imtihanı olduğu düşüncesine başvuruyor. Burada vurgulanması gereken şey, kadınların aldıkları kararlarla kader/ imtihan inançları arasında bir nedensellik kurmadıkları idi. Yani, kader ve imtihan düşüncesi kadınları güçsüzleştiren ve kadınları fail konumundan alıkoyarak kararlar almasının önüne geçen bir düşünme biçiminden ziyade, yaşananlar olup bittikten sonra, ilişki içinde kalsalar da, içinden çıkmış olsalar da, kadınların yaşadıklarına anlam vermelerini sağlayan ve kadınları rahatlatan bir inanç olarak anlatılıyor.
Rapora buradan ulaşabilirsiniz.