Sahip oldukları medya imparatorluğunu kontrol etmek isteyen aile üyelerinin arasındaki acımasız rekabeti konu alan HBO’nun popüler dizisi Succession‘da herkesin payına düşen bir miktar çile var. Ancak kadınların yaşadıkları, ataerkinin temel bileşenlerinden oluşan yoğun bir sosa bulanmış: Cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı.
Görsel: The Ringer
Çeviren: Eda Doğançay
Flannery Dean / Guardian
Bir babanın burnundan kıl aldırmayan tavrıyla yol açtığı travmaları konu alan HBO dizisi Succession’da herkesin payına düşen bir miktar çile var. Ancak kadınların payına düşen çile, ataerkinin temel bileşenlerinden oluşan yoğun bir sosa bulanmış: Cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığı. Milyarder babanın kızı Shiv Roy (Sarah Snook tarafından canlandırılıyor) bile bundan kaçamıyor. Kardeşi Kendall (Jeremy Strong), babasını ‘devirme’ planının bir parçası olmayı reddeden Shiv’in arkasından “Sana değer katan yalnızca meme uçların,” diye bağırıyor. Ondan önce de, onun şirketin başına geçme hayalleri kuran Shiv’i şu sözlerle iğneliyor: “Hâlâ sembolik bir kadın olarak görülüyorsun, sıkıcı bir kar tanesi gibi.” “Ben değil, piyasa öyle düşünüyor,” diye de ekliyor.
Kendall’ın sözleri, dizinin de çok iyi bir şekilde yaptığı gibi, tarihin başından bu yana süren kardeş kavgasını, daha geniş bir perspektiftense toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yansıtıyor. Kadınların bu dünyada kadın olarak başarılı olmalarına izin verilmiyor, yalnızca erkek gücünün vekilleri veya destekçileri olarak var olabiliyorlar. O zaman bile, onları ciddiye alacak bir erkek bulmaları düşük bir ihtimal. Logan’a işerken ‘asasını’ tutmayı içtenlikle teklif etmekte bir beis görmeyen Shiv’in kocası Tom (Matthew Macfadyen), eşinden emir almayı ise erkekliğine yönelik bir tehdit olarak görüyor. İkinci sezonda, Shiv babasına (Brian Cox) cinsiyetinin onun halefi olarak ciddiye alınmasına engel olup olmadığını sorduğunda, “Kadın olman tabii ki bir eksi,” diye yanıt veriyor. “Ama bu boktan dünyayı ben yaratmadım.”
Üçüncü sezonunun sonuna gelen dizi, toplumun kadınlara karşı tutumunu ön plana çıkarıyor. Ayrımcılığın evde, işte, her yerde var olduğunu büyük bir açıklıkla kabul ederek ifşa ediyor. Mizahi yanına rağmen, bu dünyayı tüm vahşiliğiyle tasvir edişinde belirgin bir ciddiyet hissediliyor.
Dizideki hiç kimse, ataerkil iktidarın sadistliğinden kaçamıyor, ancak kadınlar farklı tür bir ‘yem’ olarak resmediliyor. Üçüncü sezonda Waystar’ın gemi seyahatleri bölümünde patlayan #MeToo soslu skandal, kadınlara ayrılan yeri ve biçilen değeri biraz olsun sarsıyor.
Kendall, “#MeToo sonrası kızların değeri iki katına çıktı” diyor. O ve Logan yeniden savaşa hazırlanırken, sağ ve sol kanada da kadınları yerleştirip onlara büyük paralar döküyorlar. Pahalı profesyonel kadınlar, düşünce balonları gibi yanlarında beliriveriyor. Kendall, avukat Lisa Arthur’u (Sanaa Lathan) kendi yanına çekerken (ve itibar kazanırken), Logan Gerri’yi (J Smith-Cameron) geçici CEO olarak atıyor ve ayrı yaşadığı karısı Marcia’yı (Hiam Abbass) geri çağırıyor -bir zampara için oldukça maliyetli bir yeniden işe alma bu.
Kendall, halkla ilişkiler konusunda uzman kadın çalışanları yanına alarak kendi Playboy malikânesini oluşturuyor. Greg’e (Nicholas Braun) “Bu lanet olası harika kadınlarla,” diyor, “doğru bir şey yapıyor olmalıyım.”
Ancak Lisa, onu kibrinden dolayı sorumlu tuttuğunda, Kendall’ın gözündeki değerini kaybediyor ve kendini kapının önünde buluveriyor. Kendall ise “Toksik biri olduğu ortaya çıktı,” diyerek şovuna devam ediyor.
Kendall ve Logan, Shiv’in kadın olmasının getirdiği güvenilirlikten faydalanmak için rekabet ediyor. İkinci sezonun çoğunu kızını görmezden gelerek geçiren Logan, artık kızının gemiyi terk edeceği kaygısıyla telefonunu sürekli kontrol ediyor. Öte yandan Kendall, “İstediğim kişi sensin,” diyerek ona kur yapıyor.
Aile işiyle ilgilenmeye başlamadan önce, Shiv’in sahip olduğu servet kendisine bir çeşit koruma sağlıyor ve egosunu besliyordu. Ancak aile grubuna katılıp da Waystar başkan adayı olunca, yolcu gemisindeki dansçılardan çok da güçlü olmadığı ortaya çıktı.
Shiv, Waystar “kurt sürüsü”nün kullanıp bir kenara fırlattığı kadınlarla aynı seviyede olduğunu düşünmese de, dizi başka bir şey söylüyor. Waystar’daki kariyeri ikinci sezonda başlayan Shiv, şirketin karıştığı taciz skandalını yönetmek için kardeşleriyle bir panele katılıyor. Bu panelden sonra oradaki rolünü samimiyetten uzak bir performans olarak tanımlıyor: “Dans ediyordum.”
Bu sezonda ise Logan, Waystar’da ilk kez kurumsal bir göreve getirilen Shiv’den bir “performans” daha talep ediyor, ancak Shiv’in “çıkış parçasını” Nirvana’nın Rape Me şarkısı bastırıyor. Dans etmenin oldukça zor olduğu bu şarkıda, Shiv’in tek yapabildiği şey gururu kırılmış bir hâlde sendelemek oluyor.
Kendall’ın neşeden yoksun doğum günü partisine gittiğimizdeyse Shiv’in yine dans ettiğini görüyoruz, hem de delicesine. Ayakkabılarını çıkarıp dans pistinde âdeta Elaine Benes figürleri sergiliyor. Ve tabii ki bu muhteşem performansı dikkatlerden kaçmıyor.
Greg, Shiv’in kurtlarını döktüğünü düşünüyor. Roman, onunla acımasızca alay ediyor. O da tıpkı Kendall gibi, Shiv’in kadınlığını bir engel olarak görüyor. Bu kalbi kırık çocuklar ordusunun gözünde Shiv her zaman Waystar gemilerindeki dansçı kadınlar kümesine ait olacak.
Erkekler Kulübü üçüncü sezonda gücüne güç katıyor ve daha kasvetli bir hâle geliyor. Roy ailesinin ABD’nin bir sonraki başkanı olarak desteklemeyi seçtiği kişi, faşist sosyal medya fenomeni Jeryd Mencken (Justin Kirk), Shiv’in Waystar’ın çürümüş kurumsal kültürünü ‘içeriden’ reforme etme fantezisini sekteye uğratıyor. Logan ve Roman, şirketin geleceği için güçlü bir erkek hegemonyası kurguluyor ve Shiv, onların hayal ettiği bu erkekler ligi için kesinlikle iyi bir oyuncu değil.
Logan, Mencken ile aile fotoğrafı çektirmekte tereddüt eden Shiv’i, “Bu ailenin bir parçası mısın, değil misin?” diyerek azarlıyor. Shiv’in boyun eğişi, bir yenilgi anı. O artık içeriden biri: Çirkin kalabalığın içinde yalnız, güzel bir kadın…
Shiv’in aile şiketinde işlerin nasıl yürüdüğünü bir türlü çözememesi ve açgözlü etoburlarla birlikte ‘kırmızı et’ yiyerek sistemi tersyüz ettiğini sanması hiç bitmeyen bir hayal kırıklığı yaratıyor. Ancak Succession’ın açgözlü, hırslı kadınları, erkeklerinden daha zeki değil ve babalarının faili olduğu travmalardan da muaf olduklarını söyleyemeyiz. Succession cinsiyetçilik ve kadın düşmanlığını gözler önüne serse de, Shiv’in başarısızlıkları östrojenin kültürel arınmanın hormonal karşılığı olmadığını gösteriyor. Aynı testosteron gibi östrojen de, cesaret olmadığında ve herkesin umursadığı tek şey piyasa olduğunda, karmaşık sonuçlar doğuran bir başka ilkel güç olabilir ancak.