Akademisyen Dr. Aylin Dağsalgüler, izlenme rekorları kıran yeni dizi ‘Bahar’ üzerine yazdı:
“Bizi sadece alışverişle mutlu olmaya indirgemediğin için, her mahalleden kadının kendini bulabileceği bir karakter olduğun için, bekar-evli-boşanmış-çocuklu-çocuksuz-işsiz-çalışan kadınlar vardır dediğin için ve kadınların maddi özgürlüklerinin olması gerektiğini hatırlattığın için hoş geldin Bahar.”

Aylin Dağsalgüler / Duvar
Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim. Televizyon ekranına bahar geldi. Sadece bir dizi üzerinden böyle iddialı bir cümle kurulur mu diyen varsa okumayı bırakmayın, anlatacağım.
Son yıllarda televizyon ekranında izlediğimiz dizilerdeki kadınların hikayeleri birkaç konu içine hapsedildi. O birkaç konu elbette önemlidir ancak duygusal ve fiziksel şiddet, aile kurmanın ötesine geçemeyen hayaller, ezberlenmiş toplumsal cinsiyet rolleri içinde hep aynı temsiller kadınların hikayesini anlatmak için yeterli değil. Her zaman bir kahraman, kurtarıcı rolünde erkeğe ihtiyacı olan kadınlar görüyoruz. Bir de bu hikayelerdeki kadınları birbirlerine o kadar benzettiler ki ya çok zengin ya çok yoksul karşıtlığı içinde hep aynı mimikler izliyoruz. O yüzden Özgü Namal’ın çizgilerine, Ceren Karakoç’un sadeliğine bayılıyoruz.
Kadınların hikayelerini anlatan dizilerde bile görünmeyen bir mevzudur kadın emeği. Evin içinde aile için harcanan zaman çok sıradanlaşır. Çocuklar, eşler, belki ailenin diğer üyeleri için gündelik yaşamın ritminin kadınlar tarafından sağlandığı görünmez, kanıksanmış bir bilgi oluverir. Gündelik yaşam döngüsünden ellerini çektiklerinde yıkılıverir her şey, o zaman anlaşılır değerleri ama en hızlı unutulmaya yüz tutmuş bir bilgi olarak hatırlanır kanıksanan rutinler. Bize bunları hatırlatan bir diziyi uzun zamandır izlememiştik. Sonra ekrana Bahar geldi.
Bahar dizisi bir Güney Kore uyarlaması, orijinali Doktor Cha Netflix’ten izlenebilir. Orijinalinde 16 bölüm süren dizi bizim ekranımızda her bölüm 140 dakika olunca bambaşka bir hikayeye dönüşecektir. Ama şimdiden iyi bir yerelleştirme örneği olarak uyarlama olduğunu hiç hissettirmiyor. Kadın dizisini hatırlar mısınız; o da bir Japon uyarlamasıydı ve izleyici olarak Japonların içinden Kemalettin Tuğcu çıktı demiştik, cesur bir sadelikle oynayan Özge Özpirinçci’yi izlerken. Şimdi Demet Evgar aynı duyguyu yaşatıyor. Hepimizi Bahar’a döndüren heyecanı, umudu, gönlünde biriktirdikleriyle ve elbette içindeki çocuğu bırakmayan dansıyla kimi izlediğimi şaşırıyorum; Bahar’ı mı, annelerimizi mi, en yakın dostumuzu mu, geçmişimizi mi, geleceğimizi mi karar veremiyorum.
Kadının sesini ekranda bu şekilde duymayı o kadar unutmuşuz ki yapımcı, yönetmen, senarist kadın olunca heyecanlandım. Ne de olsa kadınlarla ilgili her meselenin ekranda erkekler tarafından konuşulmasına çok alışkınız. (Yerel seçimlere az bir zaman kalmışken ve adaylar nihayet kesinleşmişken tüm partilerin kadın aday gösterme konusunda cimriliğini de gördük ve yine şaşırmadık.) Kadın olmayı, anne olmayı kutsallaştırmadan anlatan bir güzel örnek de Sandık Kokusu. Demet Akbağ ve Nalan Okçuoğlu’nun iki kardeşi oynadığı dizide kendi yaşlarının gerçekliği içinde çocuklarını, torunlarını çekiştirdikleri gerçekçilik ekranda az bulunuyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.