“Ülkesini şikayet etmeyen, Batı’nın “ezik kölesi” olmak şöyle dursun, Batı’nın en prestijli ödüllerden birini alırken aynı anda ülkesinde gurur duyduğu ve parçası olduğu mücadeleci ruhlara selam gönderen bir yürekle aynı safta yer aldık.”

Menekşe Tokyay / Gazete Duvar
Birlikte kilometrelerce yürüdük. Hak, hukuk ve adalet temelli ortak bir hayal kurduk. Bir başka yaşam olasılığını, bir başka olanaklar serisini aradık.
İncinmiş seslerimizi, körelmiş nefeslerimizi, hakarete uğramış bedenlerimizi, biat etmediği için düşmanlaştırılmış fikirlerimizi, oy pusulasında ismi silinerek “diğer aday”a indirgenen varlığımızı, montaj videolar ve iftiralarla ket vurulmaya çalışan mücadele azmimizi yeniden canlandırıp birleşmeyi, birleşerek kazanmayı, kazandıkça birleşmeyi, aynı masada kırmadan dökmeden oturmayı, kısacası “biz” olmayı öğrendik.
Alternatif toplumsallıklar geliştirdik; beraber yaşama deneyimini zenginleştirdik. Bir nevi, “burası bizi öldürmek ve yok saymak isteyenlerin değil, burası hepimizin ülkesi” dedik.
Seramiklerin kırılmış “ayıplı” yerlerini gümüş veya altınla birleştirerek yeniden bir araya getiren, o kısımları yaldızlarla adeta parlatan Japon kintsugi sanatını icra eder gibiydik. Yaşama, mücadeleye, etkin muhalefete ikinci bir şans tanıdık. Kendimizle yüzleştik, gerektiğinde helalleştik.
Bu dönüştürücü deneyim içerisinde “varız ve buradayız” dedik, sakınmadan, gizlenmeden… Hayatı kutladık. Charles Dickens’i hep anarcasına, “zamanların hem en iyisi, hem de en kötüsüydü” çünkü adil ve özgür olmayan bir süreçti.
Ama karamsarlığa kapılmadık. 109 yaşında değerli Sümerolog ve tarihçi Muazzez İlmiye Çığ, nam-ı diğer “Muazzam Muazzez”, pembe şapkası ve şık kıyafetini üzerine geçirip, o zarif tebessümüyle gitti ve oyunu kullandı.
103 yaşındaki siyaset ve iletişim bilimci, “hocaların hocası” Nermin Abadan Unat, günler öncesinden seçmenleri oy vermeye ve sandıkları korumaya davet etti ve gençlere taş çıkartan şıklığıyla, kot ceketini geçirip erken saatlerde sandığa gitti.
Pazar akşamı ekranlara yansıyan sonuçlara biraz hüzünle ama yine de mücadeleci ruhumuzu güçlendirerek baktık ve gördük ki bu güzel ülkede yaşayan iki insandan biri aslında bizim gibi. Bunun, büyük bir direncin ifadesi olduğunu gördük. Ve bu iki insandan biri çok kararlı, hak ve adalet arama mücadelesinden vazgeçmeyecek. Çünkü değişimin ayrıştıra ayrıştıra değil, birleşe birleşe olabileceği yönünde bilinçlendi.
Seçimlerden tam bir gün önce ise, 76. Cannes Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar’ın ödül konuşmasındaki o cümle işledi içimize adeta: “Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlar” olduk.
Vaktinde, ödülünü “yalnız ve güzel ülkesine” ithaf eden Nuri Bilge Ceylan’ın filminde kendini bir kez daha gerçekleştiren ve güzel günleri bekleyen Dizdar’ın boğazında düğümlenen ve ağlamamak için mücadele eden o hıçkırık olduk.
Kaderine boyun eğmeyen kadınlara yaptığı ithaf üzerinden bile kutuplaşan, herkesin gururlandığı bir tablo karşısında kendisine “ezik” diyebilen, onu “yeterince milli” bulmayan ve yılan gibi üstüne tıslayarak gelen, itibar suikastından medet uman kindar kesimlerin olduğu bir toplumda, toplumsal cinsiyet eşitliğini hiçe sayan tüm kadın düşmanlarından şikayetçi ve alacaklı olduğumuzu anımsadık o kritik eşikte…
Çünkü biz kutuplaştırıcı ve ötekileştirici söylemlerin öznesi değildik. Biz çiçek de değildik. Başkalarının bizden siyasi beklentilerinin nesnesi, toksik erkekliklerinin hedefi hiç değildik. Hayatlarımızı, başarılarımızı, başarısızlıklarımızı, hedeflerimizi, var oluşumuzu, kendimizi var edişimizi, eksiklerimizi, fazlalarımızı, gözyaşlarımızı ve alın terimizi ilmek ilmek dokuyan kadınlardık biz.
Sandıklara giderken, o mücadeleci ruhumuzun bir köşesinde bu kırılganlık ve ona eşlik eden “bu topraklarda kadın olmanın zorluğu” yer etti. Külçe gibi ağırlığıyla… Ama bir yandan da, kadınıyla erkeğiyle, bizi Cannes’da en güçlü şekilde temsil eden bir yönetmen ve onun başarılı filminin ödül alan kadın sanatçısının verdiği gururu taşıdık.
Kendi ana dilinde gramer hatalarıyla dolu, anlatım bozukluğundan geçilmeyen, gururlanmak yerine hakaret ve hedef gösterme amaçlı tweetlerine karşı aklımızla, sağduyumuzla, dayanışma ruhumuzla durduk. Çünkü Merve Dizdar’ın o samimi gülüşü hep zihnimizde ışıldadı. Konunun “Fransa’nın yıllarca işgal ettiği Cezayir” ile hiç alakası da yoktu.
Ülkesini şikayet etmeyen, Batı’nın “ezik kölesi” olmak şöyle dursun, Batı’nın en prestijli ödüllerden birini alırken aynı anda ülkesinde gurur duyduğu ve parçası olduğu mücadeleci ruhlara selam gönderen bir yürekle aynı safta yer aldık.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
59. Antalya Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü Merve Dizdar’ın