Close Menu
  • Eşitlik
  • Barış ve Güvenlik
  • Siyaset
  • Adalet
  • Emek
  • Kültür-Sanat
  • Ekoloji
  • Bülten Üyeliği
  • Podcast
  • english
Facebook X (Twitter) Instagram YouTube TikTok Telegram
Hakkımızda
SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu
Facebook X (Twitter) Instagram YouTube TikTok Telegram
  • Eşitlik

    8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

    8 Mart 2025

    Yasaklamalara Rağmen Kadınlar Bizi Feminist Gece Yürüyüşü’ne Çağırıyor

    8 Mart 2025

    Çin’de Feminist Komedi: “Her Story” ve Kadınların Mücadelesi

    5 Ocak 2025

    Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarsız Bütçe

    9 Aralık 2024

    Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Hareketinde Erkeklerin Rolü

    25 Kasım 2024
  • Barış ve Güvenlik

    Barış Savunucusu Jimmy Carter Hayatını Kaybetti

    30 Aralık 2024

    Nimet Nimettir!

    24 Aralık 2024

    Rahibeler, Mızıkçı Kabadayılar, Kayyımlar

    23 Aralık 2024

    Barış ve Huzur İçinde Yaşamak İstiyoruz!

    23 Aralık 2024

    Kadınlar Tepkili: Hayatlarımıza, Haklarımıza, Hayallerimize Kayyım Atayamayacaksınız!

    10 Kasım 2024
  • Siyaset

    Yerel Demokrasi İçin İş Birliği Çağrısı

    12 Ocak 2025

    Bakanlık: Kreşleri Kapatın CHP: Hodri Meydan; Gelin Kapatın

    26 Kasım 2024

    CHP Kadın Çalıştayı: Çare Eşitlikte

    25 Kasım 2024

    Trump ve Adamları

    18 Kasım 2024

    Kadınlar Tepkili: Hayatlarımıza, Haklarımıza, Hayallerimize Kayyım Atayamayacaksınız!

    10 Kasım 2024
  • Adalet

    Pınar Selek:Feminizm Olmadan Faşizmi Aşamayız

    3 Şubat 2025

    AİHM’den Fransa’ya Kınama: Seks Evlilik Yükümlülüğü Değildir

    27 Ocak 2025

    Gisèle Pelicot: Kimin Utanması Gerektiğini Dünyaya Gösteren Kadın

    24 Aralık 2024

    Narin Cinayeti Araştırma Önergesi İktidar Partileri Tarafından Reddedildi

    4 Ekim 2024

    2024 Hrant Dink Ödülleri Kadın Hakları Mücadelesine

    23 Eylül 2024
  • Emek

    Türkiye: Çalışan Kadınlar İçin En Kötü Ülke

    24 Nisan 2025

    DİSK:Greve Çıkalım. Hayatı durduralım.

    9 Mart 2025

    Yasaklamalara Rağmen Kadınlar Bizi Feminist Gece Yürüyüşü’ne Çağırıyor

    8 Mart 2025

    Polonez İşçileri Kazandı:Birleşen İşçiler Asla Yenilmez

    7 Ocak 2025

    Bedeni Hür Kadın Öğretmenler

    20 Ekim 2024
  • Kültür-Sanat

    Dünyaca Ünlü Kemancı Ayla Erduran’ın Ardından

    12 Ocak 2025

    Çin’de Feminist Komedi: “Her Story” ve Kadınların Mücadelesi

    5 Ocak 2025

    Viyana Filarmoni İlk Kez Bir Kadının Bestesine Yer Verdi

    5 Ocak 2025

    Demet Değil Mehmet Olsaydım İşim Daha Kolay Olacaktı

    9 Aralık 2024

    Oya Baydar: Hak Mücadelesiyle Geçen Bir Hayat

    2 Aralık 2024
  • Ekoloji
  • Podcast
  • English
Hakkımızda
SES Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu

Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ve Otoriter Popülizm: AKP’nin İki Dönemi

11 Eylül 2023 Siyaset
Facebook Twitter WhatsApp Email

Siyaset bilimi ve toplumsal cinsiyet çalışmaları profesörü Prof. Dr. Alev Özkazanç, İslamcılık, popülizm, milliyetçilik ve otoriterlik gibi temayülleri bir araya getirerek “biz” ve “onlar” arasında son derece cinsiyetçi bir ayrım üreten AKP’nin söylem analizini yapıyor.

Alev Özkazanç / Open Democracy

17 yıldır iktidarda kalan AKP`nin popülizm açısından değerlendirilmesi, popülist mantığın ötesine geçen ve bu mantığın neoliberalizm, islamcılık, milliyetçilik ve otoriterlik gibi mantıklarla nasıl eklemlendiğini açıklayan karmaşık bir inceleme gerektirir. Ayrıca bu tür bir inceleme, AKP`nin geçirdiği dramatik dönüşümü gözeten bir dönemleştirme yapmayı da zorunlu kılar. 

AKP ilk hükümet döneminde (2002-2011) sağ popülist bir parti olmaktan çok, yeni tür -kendi ifadeleriyle muhafazakar-demokrat- bir merkez sağ parti olarak ortaya çıktı. islami-muhafazakar kesimlerin kararlı bir şekilde siyasi merkeze yürüyüşünü ifade ederken, bir yandan da seçmenin diğer kesimlerini yabancılaştırmadan, kendi seçmeninin taleplerini 2000’lerdeki neoliberal kapitalizmin gerekleri ve AB uyum sürecinin zorunlu kıldığı demokratikleşme süreciyle bütünleştirebildi. Daha sonraları, 2010-2011’den başlayan ve 2015’e kadar süren dönüşüm evresinden geçen AKP, kendisi milliyetçi-popülist bir partiye dönüşürken, rejimi de tek adam hakimiyetindeki bir otoriterlik rejimine dönüştürdü. AKP, zaman içinde giderek daha da ön plana çıkacak olan popülist bir mantığa yaslanmıştı. Ama önceleri bu popülist mantık, Türkiye merkez sağının geleneksel sınırları içindeydi ki bu söylem, modern seküler cumhuriyetçi bürokratik elitler ile Anadolu`nun muhafazakar dindar halkını karşı karşıya koyuyordu. Ama süreç içinde, bu tür bir reformist kutuplaşmadan devrimci bir kutuplaşmaya doğru bir kayma gerçekleşirken, AKP`nin kendisi de dönüşüme uğradı. 

Toplumsal Cinsiyet Siyasetinin Janus Yüzü   

“Kadınlar başka ne ister?” 

AKP`nin ilk yıllarındaki ikili karakteri cinsiyet siyasetine de yansıdı. Bu dönemde iki farklı siyaset gerilimli biçimde yan yana var oldu. Bir yandan, AB uyum sürecinin gerekleriyle uyumlu olarak gerçekleştirilen ve toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten yasal ve kurumsal reformlar vardı. Ama bu önemli reformlar, çoğu zaman güçlü bir kadın hareketinin baskısı ve işbirliği sayesinde gerçekleşmişti ve partinin gönülsüzce de olsa AB’ye karşı görünüşü kurtarma kaygısını yansıtıyordu. Cinsiyet eşitliğine dair bu ılımlı yaklaşım baştan beri bu gönülsüzlük ile damgalanmış olsa da yine de ilk iki dönem boyunca ciddi kazanımların elde edilmesini mümkün kıldı. Kadına karşı şiddetin alarm verici bir şekilde arttığının açıklandığı 2007 yılından sonra bu konudaki yasal önlemler arayışı hızlandı ve 2012`de 6284 sayılı aile içi şiddete dair kanun çıkarıldı. Dönemin cinsiyet politikaları konusundaki ‘ılımlı’ karakterinin en önemli sonucu, 2011 yılında imzalanan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi oldu. Bu sözleşmenin hazırlanması da  İstanbul’da imzalanmış olması da Türkiye’deki kadın hareketinin o dönemki etkinliginin bir göstergesiydi.

Öte yandan, görünüş kurtarmaya matuf cinsiyet eşitliği reformlarının yanı sıra, baştan beri AKP`nin buna zıt bir başka cinsiyet politikası daha vardı ki bu, siyasetin islamileşmesine ve sosyal politikanın aile merkezli olarak yeniden şekillenmesine paralel olarak kadınların anne, eş ve bakım emeği rollerini pekiştirmeye dayanıyordu. Latin Amerika`nın sol popülist rejimlerindeki kadar radikal eşitlikçi olmasa da Avrupa’nın erkek seçmene dayalı sağ popülist partilerine kıyasla AKP, bastan beri kadınlardan büyük destek gören bir parti oldu. AKP seçmeni arasında, %55 ile kadın seçmenler ve özellikle kentlerdeki alt sınıf muhafazakar ev kadınları, partinin ve liderin en güçlü destekçilerinden oldular. 

AKP’nin geniş bir kadın kitlesine seslenişi iki temel ayağa dayandı. Bunlardan ilki, partinin, başörtülü kadınların kamusal görevlere ve üniversitelere alınmak için verdikleri mücadeleye sahip çıkması idi – ki bu başörtüsü gerilimi on yıl boyunca Türkiye siyasetinin en hararetli kapışmasına neden oldu. Yine de üniversitelerdeki başörtüsü yasağına karsı mücadele, cumhuriyetçi elitlerin zulmüne karşı kadınların insan hakları ve eğitim hakkı olarak savunuldu. Dahası, AKP`nin dindar muhafazakar kadınlara desteği sadece bazı kamusal alanların onlara açılmasıyla sınırlı kalmadı. Daha ziyade, AKP, kadınları kitlesel olarak parti siyasetine katmayı ve özellikle yerel siyaseti onların hareketliliği üzerine kurmayı başardı. Bu, çoğu kadına partinin yüksek mertebelerine çıkma fırsatı tanınmamış olsa da yerel düzeyde kadınlar için önemli bir güçlenme anlamına geldi. Ayrıca, AKP`nin yerel siyasetinin başarısının merkezinde, kent yoksullarına dağıtılan, daha önce görülmemiş miktarlarda sosyal yardımlar (yerel yönetimler, merkezi devlet ve dini vakıflar, dernekler iş birliği ile) bulunuyordu. Aile ve kadın merkezli bu sosyal yardım siyasetinin, AKP`nin kentsel yoksullar ve kadınlar üzerindeki hegemonik etkisi ilgili literatürde oldukça net ortaya konmuştur.

Ama, bu başarılı yerel siyasetin, pek dikkat çekilmeyen daha derin bir anlamı ve sonucu da vardır. AKP`nin Esenyurt örgütünden bir kadın aktivistin ifadesiyle, AKP kadınlara şu mesajı iletmektedir: Erkeklerin giderek daha doyumsuz, maneviyatı daha düşük, aldırmaz, ilgisiz, şefkatsiz olduğunu, çocukların tekinsiz ve gözü aç hale geldiğini, bunun kadınları zora soktuğunu söyleyen partili kadın, “Biz kadınlara ‘bu erkekleri ve çocukları yola getireceğiz, bizim camiamızda erkekler evine ekmek götürür, karısının kızının ihtiyaçlarını karşılar. Aile birliğinizi sağlarız. Hem dışarıya karşı seni ve çocuklarını koruyup kollayacak kadar güçlü, hem de evin içinde şefkat ve merhamet gösterecek kadar muhlis bir adam haline getiririz’ diyoruz.  İşse iş, Allah korkusuysa Allah korkusu… Bir kadın daha ne ister?” Ama yereldeki bu pazarlığın kadınlara yüklediği sorumluluğu da hatırlatıyor: “eğer evin içinde huzurun olsun istiyorsan gücünü bizden alacaksın. Kadın dediğin her şeyi göstere göstere yapmaz. Kocanın arkasından dolanmayı bileceksin.” İşte AKP`nin yoksul dindar kadınlarla yaptığı pazarlığın özü budur: geleneksel rollere uyum, evde kocaya itaat ve partiye sadakat karşılığında erkeklere iş, sosyal yardım ve “erkeklerin medenileştirilmesi”. Deniz Kandiyoti`nin ifadesiyle, “ sonuçta bu, tüm biçimleriyle ataerkil iktidar ile yapılan en eski anlaşmadır, ancak bu kez çok güçlü bir paternalist popülizmin elindeki güçlü kaynaklar sayesinde ulusal ölçekte tekrarlanmaktadır”. 

Millet-Halk’ın Kurtarıcısı Olarak Liderin Yükselişi

2010’dan ve özellikle AKP`nin ikinci döneminden itibaren, Türkiye siyaseti bir dizi sarsıcı olayın içinden geçerek, demokrasiden çıkarak tek adam otoriter rejimine dönüştü. Bu dönem siyasi sisteme içkin olan kutuplaşma dinamikleri kontrolden çıkarak AKP`nin önceki dönemindeki kapsayıcı muhafazakar demokratik söyleminin yok olmasıyla sonuçlandı. Murat Somer`in ifadesiyle demokrasinin çöküşünün nedeni, kutuplaşma-yoluyla-dönüştürme siyasetinin otoriter döngüsünden kaynaklanmıştı. 2013 ile 2015 arasındaki geçiş dönemi, AKP yönetimine hem güçlenen demokratik bir muhalefet hem de kendi iktidar ortağı (Fethullah Gülen cemaati) tarafindan meydan okuduğu kritik bir dönüm noktası oldu. 2013’deki Gezi Direniş Hareketi ve 2015 Haziran seçimlerinde HDP`nin kritik bir seçim zaferi elde etmesiyle AKP, ilk kez meclisteki çoğunluğunu kaybetti. Bu olay, AKP`nin sağ-popülist hegemonyasını başarıyla sarsan alternatif bir demokratik-popüler koalisyonun oluştugunun göstergesiydi. Demokrasi ve barış talep eden muhalif güçlerin umut verici yükselişi ile karşılaşan ve meclis çoğunluğunu yitirmiş olan AKP, 2015 seçimlerinin hemen sonrasında, ülkeyi yeni bir seçime zorla sürüklerken, barış görüşmelerine son vererek Kürt bölgesinde savaşı yeniden başlattı ve kısa sürede ülkeyi tam teşekküllü bir otoriter rejime sürükledi. 2016 yılındaki Gülenci askeri darbe girişimi ve Ortadoğu’daki aşırı gergin jeopolitik gelişmelerin tetiklediği “varoluşsal güvensizlik”, AKP`nin rejimi dönüştürme gayretiyle birleştiğinde, Türkiye otoriter rejime sürüklendi. 

Türkiye`de mevcut otoriter rejimi sadece popülist siyaset mantığıyla açıklamak doğru olmayacaktır. Ben burada, Benjamin de Cleen’in popülist mantık (aşağı ile yukarısı arasındaki karşıtlık) ile milliyetçi mantık (içerisi ile dışarısı arasındaki karşıtlık) arasında yaptığı ayırımı izleyeceğim. Bu ayırımı gözeterek, AKP`nin son dönemdeki popülist mantığın, daha belirgin olarak öne çıkan ultra-milliyetçi, yerelci ve otoriter bir mantıkla eklemlenerek anlam kazandığını ileri süreceğim. Bu yeni otoriter anlatı, halkı millet olarak tarif eder (millet-olarak-halk) ve onu, “milli olmayan iç ve dış düşmanlar” kategorisine karşı konumlandırır. Böylece aslında iki ayrı mantık olan popülist ve milliyetçi mantık, ikincisinin hakimiyetinde iç içe geçmiş olur. Kabul etmek gerekir ki daha otantik bir popülist anlatı, yani AKP’nin “ezilenleri”, “mağdurları” temsil ettiği yolundaki anlatısı baştan beri mevcuttu. Ama zamanla, bu aşağıdakiler-yukarıdakiler karşıtlığı giderek dışlayıcı yerelci-milliyetçi bir iç-dış karşıtlığına dönüştü. Böylece, artık Lider, zalim yerel elitlere tarafindan hor görülmüş milli halkın temsilcisi olmaktan çok, gayri-milli ve “terörist” unsurlara karşı milletin kurtarıcısı olarak kendini konumlandırdı. Sonuç olarak, milletin tümü, dış güçler ve onların gayri-milli uzantıları tarafından ezilen, mağdur edilen, varlığına kastedilen bir varlık olarak kuruldu ki bu ülkedeki tüm muhalif kesimin (seçmenlerin %50’si) gayri-milli olarak dışlanması anlamına geliyordu. 

Dindar Kadın vs. Kırmızılı Kadın

“Benim örtülü bacıma saldırdılar”

Türkiye`nin demokrasiden otoriterleşmeye geçişi sürecinde AKP`nin izlemeye başladığı yeni bir toplumsal cinsiyet siyaseti kritik bir rol oynadı. Gezi Direniş Hareketi ve HDP siyasetinin başarısı, otoriter reaksiyonları kışkırtmış, bir çok alanda olduğu gibi hetero-patriyarkal korku ve endişeleri de arttırmıştı. 2013 Gezi Hareketi’ndeki kitlesel gösteriler, sadece kadın hareketinin ve LGBTI+ hareketinin görünürlüğünü öne çıkarmakla kalmamış aynı zamanda bu hareketlerin gücünü ve canlılığını da kanıtlamıştı. Gezi`ye tepki olarak Erdoğan, hem dış güçlere karşı milletin dik duruşu söylemine başvurmaya başladı hem de daha özgül olarak islami-popülist bir anlatıyı harekete geçirdi ki bu anlatı epey cinsiyetlendirilmiş fantazilere yaslanıyordu. Gezi Direnişi günlerinde başörtülü bir kadın, Kabataş-İstanbul’da bebeğiyle gezerken Gezi protestocularının saldırısına uğradığını iddia ettiğinde (tamamen uydurma olduğu anlaşılan bu iddiaya göre, yarı çıplak halde, deri eldiven giyen ve siyah bandanalı 100 kadar erkek kadına hakaret etmiş, yolda sürüklemiş ve üzerine işemişlerdi) Erdoğan ve yandaş medya bu provokatif iftirayı protestocuları şeytanileştirmek için kullandı. Gezi`den hemen sonra topladığı büyük bir kitlesel mitingde dinleyicilere seslenen Erdoğan “benim örtülü kız kardeşime ve bebeğine saldırdılar, yolda sürüklediler” dedi. Ayrıca bu konuşmada, Gezi`nin bu vahşi eylemcilerini “üniversitelere alınmadıkları halde, mağdur oldukları halde asla böyle isyankar eylemlere başvurmayan örtülü kız kardeşlerinin gösterdiği sabırla” karşılaştırdı: “Sabrettiler çünkü onlar sabrın sonunun selamet olacağını biliyorlardı”. Masum bir kadına vahşice saldıran dinsiz erkekler etrafında örülen bu fantastik anlatı aslında, Gezi Direnişi’nin ikonik sembollerinden biri haline gelmiş olan bir imajın tetiklediği endişelerin göstergesiydi: Gezi`nin ilk günlerinde polisin çok yakından üzerine sıktığı biber gazına karşı kararlı şekilde duran kırmızı elbiseli genç kadının imajıydı bu. Bunu izleyen dönemde kadınlar, AKP`nin öne sürdüğü dindar, fedakar, iffetli, sabreden kadın normuna daha fazla karşı çıkarlarken, buna yönelik eril reaksiyonlar da giderek güçlenecekti. 

İslamcılık, Popülizm ve Milliyetçilik Kavşağında Kadınlar

2015 sonrasındaki çıplak eril gövde gösterisi egemen olduğunda, toplumsal cinsiyet politikası da dinci-yerelci milliyetçilik, neoliberalizm, neomuhafazakarlık, militarizm ve otoriterliğin oluşturduğu karmaşık matriks çerçevesinde yeniden şekillendi. O zamandan itibaren, farklı jeneolojilere sahip siyasi mantıklar birleşerek erkek egemen bir siyaseti pekiştirdi. AKP rejiminin aileyi yeniden tasarlaması, eğitim politikalarını islam merkezli olarak yeniden düzenlemesi, yasal ve kurumsal kazanımların geriletilmesi, kadınların beden ve cinselliklerinin denetimine dair çabaların güçlenmesi gibi pratikler, önceki dönemindeki ılımlı cinsiyet eşitliği siyasetinin sonunun geldiğini gösteriyordu. Bu iklimde, bazı yandaş kesimler daha açık biçimde medeni kanunun islami açıdan gözden geçirilmesini savunmaya başladılar. Annelik sadece islami değerlere atfen en yüce meslek olarak yüceltilmekle kalmadı, aynı zamanda, Türkiye`nin büyük bir güç olmasını engellemek amacıyla nüfus planlamasını dayatan dış güçlere karşı, milli bir görev olarak da öne sürüldü. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesi yerini aileci politikalara bırakırken, kadın hareketleri, LGBTI+ bireyler ve örgütleri çeşitli şekillerde hedef alınmaya başlandı. Cinsiyetlendirilmiş OHAL rejimi en çok Kürt Kadın Hareketini hedef aldı ve bölgedeki yerel örgütlenme yok edilirken, HDP`li kadın milletvekilleri ve aktivistler saldırılara uğradılar.  

AKP`nin son dönemdeki söylemi, islamcı, popülist, milliyetçi ve otoriter mantıkları birleştirerek, cinsiyetlendirilmiş bir “biz-onlar” karşıtlığı üretti. İslami söylem açısından bakarsak, karşıtlığın “örtülü, iffetli, erdemli, itaatkar ve dindar kızlar ve analar’’ ile “iffetsiz, asi ve cinsel olarak serbest, açık” kadınlar arasında kurulduğunu görürüz. Bu ikinciler, yüksek düzey bir AKP`linin ifadesiyle “kamusal alanda utanmadan gülen kadınlar”dir.  Bu karşıtlığın şahika noktasında duran figür ise, “ahlaksız, serbest, açık saçık feminist” kadındır ki bu kadın, erken evliliklere karşı mücadele ederken aslında aileyi parçalamakta ve zinayı da savunmaktadır.  Milliyetçi anlatı ise, “yerel-milli” ile gayri-milli” karşıtlığını besleyen bir dizi alt metni dolaşıma sokar. Buradaki cinsiyetlendirme ilk planda şöyle işler: karşıtlığın bir tarafında, çocuklarını Kürt savaşında kaybetmiş olan Anadolu’nun mazbut kadınları (Şehit Anneleri) vardır. Öteki tarafta ise, bir şekilde PKK terörüyle ilişkilendirilen bir dizi kadın: Kürt kadın gerilla, Kürt kadın hareketinden kadınlar, HDP`nin kadın milletvekilleri, kaybolan çocukları için adalet arayan Cumartesi Anneleri, solcu kadınlar, barış için mücadele eden feministler.  İkinci bir düzlemde, ailesi, millet ve devleti adına her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olan “aile kadını” (ki en büyük fedakarlık Erdoğan`ın istediği gibi üç çocuk yapmaktır) ile üreme hakları ve cinsiyet eşitliği için sokaklarda mücadele eden kadınlar arasındaki karşıtlık vardır. Aile kadını olan anne, yerel-milli bir figür iken, feminist kadın dış güçlerin oyuncağı ve gayri milli bir unsurdur. Nihayet, popülist söyleme gelirsek, farklı kadın grupları arasında üretilen tüm bu ikili karşıtlıklar, halk ile elitler arasındaki tipik popülist söylemle de iç içe geçer. Böylece, Anadolu’nun küçük kasabasındaki ya da kentli yoksul ailedeki dindar kadın, az eğitimli, yoksul ve ezilen bir karakterde resmedilirken, bunun karşısına koyulan “gayri-milli” kadın, tipik olarak eğitimli, orta-üst sınıf ve zengindir. Giyimi kuşamı ve davranışlarıyla halkın değerlerine yabancı olarak çizilen bu karakterin prototipi ise İzmirli kadındır ki (gavur İzmir diye anılan, Türkiye’nin en batılı modern kenti) bu kadın aynı zamanda ana muhalefet partisinin de ateşli bir destekçisidir. Nihayet, tüm bu farklı politik söylemlerin kavşağında duran ve kadınlara oranla daha ağır bir dışlamaya uğrayan LGBTI+ bireyler vardır. LGBTI+ bireylerin varlığı ve görünürlükleri sadece gayri-milli olarak damgalanmakla kalmaz, aynı zamanda insanlığa tehdit ve Tanrı`nın düzenine başkaldırı olarak sunulur.  

Ataerkil Otoriterliğin Kriz Semptomları

 “Gençler artık evlenmiyorlar”

Tek adam rejiminde somutlanan eril gövde gösterisi, hiçbir zaman çelişkisiz, gerilimsiz olmadı ve bu gerilimler, AKP-MHP ittifakının İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde büyük bir yenilgiye uğradığı 2019 yerel seçimlerinden sonra daha da belirginleşti ve kriz semptomları daha görünür oldu. Bugünlerde AKP rejimi, başka pek çok sahada olduğu gibi cinsiyet politikası cephesinde de ciddi sorunlar yaşıyor. OHAL rejiminin en karanlık günlerinde dahi (2016-2018), kadın hareketi ne kadar güçlü ve direngen olduğunu ortaya koymuş, “Başkanlık Rejimine ve Ataerkilliğe Hayır” diyerek kendini göstermişti. Kadınların sokaktaki direnişleri sayesinde, hükümetin, kadına şiddet, çocuk yaşta evlilikler ve boşanmaya dair düzenlemeler konusunda daha fazla geri adım atması önlenebilmişti. Yeni rejimin, Türkiye toplumunun yükselen seküler eğilimlerini (kentli muhafazakar kesimler dahil) tersine çevirmek, özellikle de kadın ve gençlerin kendi kaderlerine hakim olma arzularını bastırmak yönündeki gayreti baştan beri başarısız olmaya mahkumdu. Ancak, kadınların hem özel alanda hem de kamusal alanda hak talepleri kontrol edilemez oldukça, bazı erkekler daha şiddetli ve kadın düşmanı tepkiler vermeye başladılar. Böylece, son yirmi yıldır ağır bir kronik sorun halini alan kadına şiddet sorunu, özellikle kadın cinayetleri ve çocuk istismarı, yeni rejim döneminde çok daha ağırlaştı. 

Daha önce başka bir yazıda savunduğum üzere, ailenin günümüzdeki içe patlayışı (kadın cinayeti, çocuk istismarı ve son olarak aile intiharları şeklinde) hem neoliberal-otoriterliğin hem de ataerkil erkekliğin krizini göstermektedir. Deniz Kandiyoti`nin ifadesiyle, “cinsiyete dayalı toplumsal şiddetin şahlanması, kendini güvenceye almış bir ataerkilliğin değil, toplumsal cinsiyet düzeninin ve genel olarak siyasi düzenin krizinin göstergesidir”.   Kandiyoti, ataerkilliğin çöküşüne karşı bir reaksiyon olarak “eril restorasyon”un gündeme geldiğine dikkat çeker. Son dönemde toplumsal cinsiyet politikalarının gerilimli karakterine işaret eden başka bir gelişme, erkek mağduriyeti anlatısı üzerinden harekete geçen yeni bir erkek hakları hareketinin ve toplumsal cinsiyet karşıtlığının ortaya çıkmış olmasıdır. Bu anlatıların merkezinde, nafaka, çocuklar üzerindeki velayet sorunları, 6284 sayılı yasa, İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarına karşıtlık bulunuyor. Toplumsal cinsiyet-karşıtı söylemlerde çoğu zaman kadın düşmanlığı ile homofobik kaygılar iç içe geçiyor. Yeni rejim, şimdi dönüp de kendisini hedef alan bir canavar yaratmış durumda. Öyle ki bazı yandaş islamcı yazarlar, Erdoğan`ın kızı Sümeyye Erdoğan`ın kurucusu olduğu KADEM derneğini bile, hala toplumsal cinsiyet perspektifine sahip olmakla ve AB fonlarından yararlanmakla suçlamaya başladılar. İlginç olan şu ki Emine Erdoğan yakınlarda 25 Kasım dolayısıyla yaptığı bir konuşmada bu tür eleştirilere karşı İstanbul Sözleşmesi`ni savundu ve böylece söz konusu gerilimin artacağının sinyalini vermiş oldu. 

AKP`nin uzun zamandır dayatmaya çalıştığı üç çocuk politikası da evlilikleri teşvik etme gayreti de boşa çıkmış görünüyor. İstatistikler, evlilik yaşının ilerlediğini ve doğum oranlarının belirgin şekilde düştüğünü ortaya koyuyor. Tam da bu nedenle, Erdoğan geçenlerde bu duruma dikkat çekerek şöyle dedi: “Genç yaşta maalesef evlenmiyorlar. Kızlarımız da erkeklerimiz de çoğu 30’u aşkın evleniyor veya çoğu evde kalıyor…Güçlü milletler güçlü ailelerden oluşur. Yıllarca maalesef doğum politikasında kısırlaştırma politikası güttüler. Türkiye’nin nüfusu azalsın diye. Ben de tam aksini söylüyorum. Nüfusumuz çoğalmalı. Aile kurumu milli varlığımızın bel kemiğidir. Bugün Batı toplumlarını bekleyen en büyük sorun budur. Aile diye bir kavram buralarda kalmamış. Ama şimdi bizi tehdit ediyor. Nüfusları da azalıyor. Ben niye en az üç çocuk diyorum”. Konuşmanın hemen ardından çok sayıda genç insan, Twitter`da TT olan bir başlık altında (#evlenmiyorumcunku) tepkilerini paylaştılar. Paylaşımların çoğunda evlenmeme nedeni olarak işsizlik (%27’ye varan genç işsizliği) ve hayat pahalılığı öne çıkarılırken, diğerlerinde eğitimle ilgili kaygılar, aile içi şiddet, mevcut koşullarda çocuk sahibi olmak istememek ya da evlilik yaşamına dair zorluklara dikkat çekiliyordu. Çok sık paylaşılan bir twit ise ünlü tarihçi İlber Ortaylı`nın önceki bir konuşmasında gençlere vermiş olduğu bir öğüdü hatırlatıyordu: “liseyi bitirince hemen evlenip mobilyacı gezeceğinize, dünyayı gezin”. Bu sosyal medya tepkisi sayesinde bir kez daha gördük ki, AKP’nin aile merkezli cinsiyet politikası da baskıcı-otoriter uygulamaları da giderek daha fazla dünyaya açılan, seküler yaşam tarzları ve bireysellikleri konusunda ısrarcı olan kadınlar ve gençler tarafından benimsenmiyor ve karşı çıkılıyor. Hiçbir zaman gençlerden çok fazla oy desteği almamış olan AKP, giderek onlardan daha fazla yabancılaşıyor. 

Bundan Sonra Ne Olacak? 

“Tecavüzcü sensin”

2019 Aralık ayında İstanbul`da bir grup feminist kadın, Şilili feminist kolektif Las Tesis`in yakınlarda viral olan dans protestosunu gerçekleştirmeye kalkıştıklarında polis müdahalesiyle karşılaştılar. Ama bu olay, dansın bu sefer başka illerde tekrarlanmasını ve hatta TBMM`de kadın vekiller tarafından sahnelenmesini kışkırttı. Dansa eşlik eden şarkı, Polis, Hakimler, Başkan ve Devlet`e karşı ağır ifadeler içeriyordu: “Tecavüzcü sensin” ya da “Baskıcı devlet erkek tecavüzdür” gibi. İçişleri Bakanı Soylu, göstericileri “kadına şiddet kılığı altında devleti yıkmaya çalışıyorlar” diye hedef almakta gecikmedi. Şimdi artık öyle bir noktaya vardık ki baskıcı devlet ile direnen kadınlar her cephede karşı karşıya gelecekler ve otoriter yönetim giderek daha fazla zorlanacak. Demek ki gelecek için umutlu olmak için nedenler var. Ama yine de iki önemli sorun alanı hala yanıtlanmayı bekliyor: bunlardan ilki yoksul ev kadınlarının AKP`ye ve liderine süregelen desteği, diğeri ise yeni ortaya çıkan erkekler hareketi. İlkine dair, kadınların, çocuklarının ve kocalarının bu rejimin neoliberal-otoriter uygulamaları yoluyla “terbiye edilemeyeceğini” anlamakta gecikmeyeceklerini umabiliriz. Ayrıca giderek ağırlaşan ekonomik kriz nedeniyle yerelde yapılan pazarlık da çökmeye başlamıştır. Yine de bu geniş kadın kitlelerinin desteği ancak, tüm topluma, sosyal refah, adalet ve toplumsal cinsiyet eşitliği vadeden demokratik sol bir alternatifin ortaya çıkmasıyla sağlanabilir. Dahası, böyle bir alternatif ortaya çıkmazsa, erkeklerin ataerkil endişelerini frenlemek ve geri sarmak da mümkün olmayacaktır. 

Bu metnin orijinal versiyonu Ingilizce olarak Gender and Authoritarian Populism in Turkey” başlığıyla www.opendemocracy.net blog sayfasında yayınlandı.

Kaynak: Academia.edu

İlgili Makaleler

Yerel Demokrasi İçin İş Birliği Çağrısı

12 Ocak 2025

Bakanlık: Kreşleri Kapatın CHP: Hodri Meydan; Gelin Kapatın

26 Kasım 2024

CHP Kadın Çalıştayı: Çare Eşitlikte

25 Kasım 2024

Trump ve Adamları

18 Kasım 2024

Comments are closed.

© 2025 Her Hakkı Saklıdır.
  • Eşitlik

    8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu Olsun

    8 Mart 2025

    Yasaklamalara Rağmen Kadınlar Bizi Feminist Gece Yürüyüşü’ne Çağırıyor

    8 Mart 2025

    Çin’de Feminist Komedi: “Her Story” ve Kadınların Mücadelesi

    5 Ocak 2025

    Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarsız Bütçe

    9 Aralık 2024

    Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Hareketinde Erkeklerin Rolü

    25 Kasım 2024
  • Barış ve Güvenlik

    Barış Savunucusu Jimmy Carter Hayatını Kaybetti

    30 Aralık 2024

    Nimet Nimettir!

    24 Aralık 2024

    Rahibeler, Mızıkçı Kabadayılar, Kayyımlar

    23 Aralık 2024

    Barış ve Huzur İçinde Yaşamak İstiyoruz!

    23 Aralık 2024

    Kadınlar Tepkili: Hayatlarımıza, Haklarımıza, Hayallerimize Kayyım Atayamayacaksınız!

    10 Kasım 2024
  • Siyaset

    Yerel Demokrasi İçin İş Birliği Çağrısı

    12 Ocak 2025

    Bakanlık: Kreşleri Kapatın CHP: Hodri Meydan; Gelin Kapatın

    26 Kasım 2024

    CHP Kadın Çalıştayı: Çare Eşitlikte

    25 Kasım 2024

    Trump ve Adamları

    18 Kasım 2024

    Kadınlar Tepkili: Hayatlarımıza, Haklarımıza, Hayallerimize Kayyım Atayamayacaksınız!

    10 Kasım 2024
  • Adalet

    Pınar Selek:Feminizm Olmadan Faşizmi Aşamayız

    3 Şubat 2025

    AİHM’den Fransa’ya Kınama: Seks Evlilik Yükümlülüğü Değildir

    27 Ocak 2025

    Gisèle Pelicot: Kimin Utanması Gerektiğini Dünyaya Gösteren Kadın

    24 Aralık 2024

    Narin Cinayeti Araştırma Önergesi İktidar Partileri Tarafından Reddedildi

    4 Ekim 2024

    2024 Hrant Dink Ödülleri Kadın Hakları Mücadelesine

    23 Eylül 2024
  • Emek

    Türkiye: Çalışan Kadınlar İçin En Kötü Ülke

    24 Nisan 2025

    DİSK:Greve Çıkalım. Hayatı durduralım.

    9 Mart 2025

    Yasaklamalara Rağmen Kadınlar Bizi Feminist Gece Yürüyüşü’ne Çağırıyor

    8 Mart 2025

    Polonez İşçileri Kazandı:Birleşen İşçiler Asla Yenilmez

    7 Ocak 2025

    Bedeni Hür Kadın Öğretmenler

    20 Ekim 2024
  • Kültür-Sanat

    Dünyaca Ünlü Kemancı Ayla Erduran’ın Ardından

    12 Ocak 2025

    Çin’de Feminist Komedi: “Her Story” ve Kadınların Mücadelesi

    5 Ocak 2025

    Viyana Filarmoni İlk Kez Bir Kadının Bestesine Yer Verdi

    5 Ocak 2025

    Demet Değil Mehmet Olsaydım İşim Daha Kolay Olacaktı

    9 Aralık 2024

    Oya Baydar: Hak Mücadelesiyle Geçen Bir Hayat

    2 Aralık 2024
  • Ekoloji
  • Podcast
  • English

Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.