Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj belli bir haftaya kadar yasal olsa da kürtaja yönelik fiili yasağın dayatıldığı son 10 yıldır kadınlar, hastanelere ve kadın doğum uzmanlarına ulaşmakta zorluk yaşıyor. Kürtaja ve doğum kontrole erişimde zorlanan toplumsal gruplar arasında ise yoksul kadınlar öne çıkıyor.

Türkiye’de isteğe bağlı kürtaj resmi olarak yasak olmasa da, 2012 yılından bu yana kadınların kürtaja ve doğum kontrol araçlarına erişimleri devletin saldırı tehdidi altında. Hekimlere ve doğum kontrol araçlarına ulaşamayan kadınlar arasında ise yoksullar öne çıkıyor.
Humanrights.gc’den Kübra Köklü, kürtaj yaptırmak isteyen kadınların karşılaştıkları sorunları, merdiven altı yerlere yönelmelerinin nedenlerini Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. Ayşe Akın, TTB Onur Kurulu Üyesi Dr. Irmak Saraç, TTB Merkez Konseyi Üyesi Meltem Günbeği, Avukat Tuba Torun ve Kürtaj: AKP ve Biyopolitika isimli kitabın yazarı Dr. Sedef Erkmen ile konuştu.
‘Kamu hastanelerinde hekimlerin kürtaj yapmama gibi bir seçeneği yok’
Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Fincancı, kamu hastanelerinde görev yapan hekimlerin kürtaj yapmama gibi bir seçeneklerinin olmadığını ifade ederek, şunları söyledi:
‘’İlk gün hapları dünyada yaygın bir şekilde kullanılırken, Türkiye’de bu hapa da ruhsat verilmiyor. Son 10 yıl içinde gebelik sonlandırma girişimine dair tıp fakültesi öğrencilerinde bir vicdani ret kavramı ortaya çıktı. Tıp fakültesi eğitimlerinde kürtajın vicdani ret kapsamında değerlendirilebileceği, bu uygulamadan kaçınabileceklerine dair müfredata bazı bilgiler yerleştirildi. Bu vicdani ret değildir. Kamu hastanelerinde çalışan doktorlar kürtaj yapmaktan kaçmak gibi bir seçenekleri yok.”
‘Yoksul kadınlar canlarını tehlikeye atan yöntemlere başvuruyor’
Filiz S.’nin 2019 yılında 6 haftalık gebeliğini merdiven altı bir yerde sonlandırdıktan sonra solunumunun durduğu ve iki hafta sonra da hastanede yaşamını yitirdiği olayı anımsatan TTB Onur Kurulu Üyesi Dr. Irmak Saraç, maddi durumu iyi olan kişilerin kürtaja ulaşabildiğini, parası olmayan kadınların ise canlarını tehlikeye atan yöntemlere başvurduğunu vurguladı.
‘’Kürtaj Türkiye’nin her yerinde kolay bir şekilde erişebilir bir hizmet hiç olmadı’’ diyen Saraç sözlerini şöyle sürdürdü:
‘’Son yıllarda da devletin yaptığı baskı nedeniyle kamu hastanelerinde kürtaj yapılmıyor. Geçen sene Erzurum’da yaşayan bir kadın bize ulaştı. Kadın, 6 haftalık hamile, eşinin rızası var ve devlet hastanesine gidiyor ancak devlet hastaneleri pandemi hastanesi olduğu için kürtaj yapılamıyor. Kadın özel hastaneye gidiyor oradaki hekim de kürtaj yapmayı kabul etmiyor. Şehir kısıtlaması olduğu için de başka bir şehre gidemiyor. Daha sonra bizler araya girerek bu sorunu çözdük. Hiçbir kadının yaşam hakkı engellenmemeli. Bir kadının gebeliği sonlandırmak için şehir şehir dolaşması, hatta özel bir hastaneye gitmesi çok ciddi bir sorun. Çünkü maddi durumu olmayabilir. Parası olan hizmete ulaşabiliyor. Parası olmayan kadınlar da canlarını tehlikeye atan yöntemlere başvuruyor.’
‘Kürtajı hangi ülke yasaklarsa anne ölümleri artar’
Prof. Dr. Ayşe Akın, kürtajın yasal olmadığı yıllarda binlerce kadının yaşamını yitirdiğini vurgulayarak, yaşanan süreci şöyle anlattı:
“Kadınlar elimizde ölüyordu. Kadını ölümden korumak için Aile Planlaması Yasası hazırlandı. Bu yasa istenmeyen gebelikten kaynaklı kadın ölümlerini önleyemedi. 1970’lerde yapılan araştırmalara göre yılda yaklaşık 400 bin kadın isteyerek düşük yapıyordu. Ve bu kadınların 50 bininin düşüğü kendi yöntemleri ile yaptığı ortaya çıktı. Bunun adı ölümdür.”
Akın, kürtajın yasal olmamasının kadınları merdiven altı yöntemlere iteceğini belirterek, “Kürtajı hangi ülke yasaklarsa orada anne ölümleri artar. Kürtaj yasasından önce yapılan bir araştırmada anne ölümlerinin içinde yasa dışı düşüğe bağlı ölüm payı yüzde 53. Yani bütün anne ölümlerinin yüzde 53’ü yasa dışı düşüğe bağlı. Kürtajın yasal olmasıyla beraber bu sayı yüzde 2 düştü’’ dedi.
Türkiye’de kürtaj yasasının geçerli olduğunu ancak uygulanmadığını belirterek, buna sağlık personelinin de neden olabildiğini belirtiyor.
Akın şunları söyledi: “Hekimlerin vicdani ret hakkı var. Eğer hekim yapmak istemiyorsa, bu hizmeti isteyen kişiye bir hekim bulmalı, ücreti karşılamalı işte o zaman vicdanı ret hakkı olur. Öbür türlü hizmeti almak için gelen yurttaşa hekimin ‘ben kürtaj yapmıyorum’ deme hakkı yok. Bu vicdanilik değil, keyfilik oluyor. Kürtaj yasal ancak parası olan ulaşabiliyor.”
‘Kadınlara açıkça bizim nüfus politikamız bu diyorlar: Ya biat edin ya ölün!’
“Sağlık hizmetlerine erişimin zor olduğu yerlerde insanlar kendi çözümlerini bulmaya çalışır’’ diyen Meltem Günbeği ise şunları söyledi:
“Ortopediste ulaşamayan birinin kırığını kendi tedavi etmesi ya da çıkıkçıya gitmesi gibi kürtaj hizmetine erişemiyorsa bir kadın erişebildiği yere başvurur. Burada erişebildiği de merdiven altı kürtaj yapanlar oluyor ya da etrafından duyduğu, internetten okuduğu yöntemlerle kendi kendine kürtajın yöntemlerini arıyor. Kadınların ne zaman, nasıl ve kaç çocuk sahibi olacağının kararını almayı kendinde hak gören eril iktidarın, kadın bedenine müdahaleleri sonucudur.”
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘Sezaryenle doğuma karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum’ sözlerinin bu politikaların itirafı olduğunu savunan Günbeği, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kadınlara açıkça ya bizim nüfus politikalarımıza biat edin ya da ölün diyorlar. Biat etmeyen kadınların bir hak ihlali olmasına rağmen sağlık hakkına erişimini adeta çetevari yöntemlerle engelliyorlar. Siz kürtajı toplum önünde cinayet olarak tariflerseniz, kadınları kayıt dışı kürtajlara sürüklersiniz. Dolayısıyla fiilen kürtaj yasağı uygulamanın yanı sıra toplumsal bir müdahale ile de bu hakka erişim engelleniyor. Özellikle pandemi sonrası istenmeyen gebelik oranlarına yönelik korkutucu artış öngörüleri var. İstenmeyen gebelikler sonrası kadınlar ya intihara ya da merdiven altı yöntemlerle ölüme sürükleniyor.’’
‘Yasal süre olan 10 hafta çok kısa’
Mersin’de cinsel istismar sonucu hamile kalan genç bir kızın ‘hamileliğin sonlandırılması’ talebini dört kez reddeden mahkeme heyeti sürecin uzamasına ve çocuğun doğmasına neden olmuştu. 2017 yılında gerçekleşen bu olayı hatırlatan Kadın Hakları Aktivisti Avukat Tuba Torun, ‘’Devlet kadınların bedenine doğrudan müdahale ediyor. Cinsel istismar sonucu hamile kalan çocuklar çok ciddi mağduriyetler yaşıyor. Çünkü hamile olduğunu anlayamıyor. Çok geç fark ediyor” dedi.
Kürtaj için yasal süre olan 10 haftanın çok kısa bir süre olduğunu söyleyen Torun, şöyle konuştu:
“Bu sürenin kısa olması nedeniyle de kadınlar merdiven altı yöntemlere başvuruyor. Merdiven altı yerlerde kürtaj yaptırdığı için çok sayıda kadın yaşamını yitirdi. Bu bir sosyal cinayettir. Bu hak sınırlaması nedeniyle devlet eliyle kadınların canları tehlikeye atılıyor. Devlet kadınlara olan sorumluluğunu yerine getirmiyor. Devlet eliyle sağlık alanında kadına şiddet uygulanıyor.’
‘Hijyenik pede bile ulaşılamazken, kürtaj için ciddi paralar gerekiyor’
“Kürtaj: AKP ve Biyopolitika” isimli kitabın yazarı Dr. Sedef Erkmen de yoksul kadınların kürtaja ulaşamadığına dikkat çekerek, durumlarını şöyle aktardı:
“Yoksul kadınlar merdiven altı yöntemlere başvurmak zorunda kalıyor. Ya da doğurmaya mecbur kalıyor. 2012 yılından beri anne ölümlerinde ciddi bir artış söz konusu. Ancak kayıt altına alınmadığı için sayısı bilinmiyor. Özel hastanelerde çalışan hekimler kayıtlara kürtaj değil de başka şeyler yazıyor. Daha doğrusu yazmak zorunda kalıyor.”
‘’Kadınlar hijyenik pedlere bile ulaşmada ciddi sorunlar yaşarken kürtaja ulaşmaları için ciddi paralar gerekiyor’’ diyen Erkmen sözlerine şöyle devam etti:
“GEBLİZ uygulaması çok büyük sorunlar yarattı. Bekar olan kadınların ailelerine hamile oldukları bilgisi verildi. Bunun yüzünden de kadınlar darp edildi, ölüm tehditleri aldı. Bu bilgiyi ailelerin bilmesi bekar kadınların hayatlarını mahvetti.”