Akademisyen Marianthi Anastasiadou son yıllarda Yunanistan’da toplumsal cinsiyet siyaseti etrafında yeni çekişme alanı üzerine yazdı. Yazara göre, Yeni Demokrasi Partisi’nin 2019 seçimlerinde kazandığı zaferle ifade edilen sağın siyasi misillemesinin toplumsal cinsiyet politikalarının sadece olumlu yönde geliştiğine dair baskın iyimserliği kırdı.
Marianthi Anastasiadou
(Marianthi Anastasiadou’un kaleme aldığı bu yazı, 14 Ağustos 2020 tarihinde https://www.gwi-boell.de/sitesinde yayınlanmıştır. Yazarın izniyle İlayda Habip tarafından feminisite için çevrilmiştir.)
Feminizm, LGBTİQ+ ve toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler, toplumsal cinsiyet kavramını ve toplumsal cinsiyet normlarını değiştirmeyle ilgili talepleri ulusal toplulukların ve üyelerinin refahına bir tehdit olarak şeytanlaştırıyor ve bu şekilde birçok ülkede siyasi sahneyi giderek daha fazla şekillendiriyor. Bir yandan, salgın krizi sırasında yapılan kurumsal değişiklikler, cinsiyet açısından kırılgan grupları daha fazla tehlikeye atıyor. Avrupa Birliği tarafından da kabul edilen cinsiyet eşitliğindeki gerilemenin ötesinde, bu tür hareketler, David Paternotte’nin[2] de belirttiği gibi , yeni otoriter rejim ve toplumsal eşitsizlik biçimlerini meşrulaştıran sosyal olarak üretken bir karaktere de sahip. Yunanistan örneği, bu tür hareketlerin daha eski siyasi çatışmalardan kaynaklandığını ve ideolojik, politik ve toplumsal hegemonya için daha geniş mücadelelerin parçası olarak değerlendirilmeye değer olduğunu gösteriyor.
Toplumsal cinsiyet politikalarının savaş alanı
Son yıllarda Yunanistan’da toplumsal cinsiyet siyaseti etrafında yeni bir çekişme alanı oluştu. Bir yandan, genellikle sol kanat tarafından desteklenen feminist ve LGBTİQ+ hareketleri daha fazla hak ve eşitlik talep ediyor. Öte yandan, Nea Dimokratia (Yeni Demokrasi) Partisi’nin 2019 seçimlerinde kazandığı zaferle ifade edilen sağın siyasi misillemesi, toplumsal cinsiyet politikalarının sadece olumlu yönde geliştiğine dair baskın iyimserliği kırdı ve kürtaj gibi uzun zaman önce elde edilmiş haklar şaşırtıcı bir şekilde sorgulanıyor. Aslında, çoğunlukla Ortodoks kilisesi ve sağcılardan gelen cinsiyetle ilgili muhafazakar söylem ve tepkiler hiçbir zaman ülkeyi terk etmemişti. Aynı zamanda, kadın ve erkek arasındaki eşitlik AB ortalamasına göre çok düşük; ülke kamuoyunda ise homofobi ve transfobinin oldukça yaygın olduğu görülüyor.
Bununla birlikte, özellikle SYRIZA-ANEL[3] Hükümeti döneminde, sol parti SYRIZA’ya siyasi cesaret eksikliği nedeniyle yöneltilen makul eleştirilere rağmen, ülkedeki toplumsal hareketlerin ve AB’nin oluşturduğu baskı ile kadınları ve LGBTİQ+ haklarını destekleyen bir dizi yasa ve önlem yürürlüğe girdi: eşcinsel çiftler için medeni birliktelik[4] (2015), cinsiyet kimliğinin yasal olarak tanınması (2017), orta öğretimde “Cinsiyet Kimlikleri” temalı hafta (2017), eşcinsel çiftlerin çocuk büyütme hakkı (2018), İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması (2018), seçimlerde kadın adaylar için %40 kota (2019). Yeni bir muhafazakar tepki dalgası ortaya çıkarken bu yönetmelikler, hem tepki çekerek hem de bu tepkilere rağmen mümkün hale geldi. Bu muhafazakar tepkinin ne ölçüde ve hangi biçimde kalıcı bir harekete dönüşeceği görülecek.
Peki bu muhafazakar tepkinin aktörleri kimler?
Ortodoks Kilisesi
Geçmişten beri muhafazakar ve aşırı sağ fikirlere sahip Ortodoks çevrelerin ve derneklerin etkisi altında kalan, zamanında cunta ile işbirliği yapan ve kilisedeki ekümenik[5] teologların liberal kanadına şiddetle karşı çıkan Ortodoks kilisesi, Yunanistan’da ilerici toplumsal cinsiyet siyasetine uzun zamandır engel oluyor. Bu tür muhafazakar güçler son zamanlarda yeniden seferber oldu. Kilisenin resmi sözcülüğünü devralıyor; son çıkan toplumsal cinsiyet yasasını iptal etmeye ve muhafazakar kaygılarını halka yaymaya çalışıyorlar. Nitekim 2016 yılında Ortodoks çevreler, eşcinsel çiftlerin medeni birlikteliğinin anayasaya ve genel ahlaka aykırı olduğunu savunarak Danıştay’a başvurdu ve bu başvuruları başarısızlıkla sonuçlandı. 2017’de Ortodoks sendikaları, Atina’da toplumsal cinsiyeti, cinsiyet kimliğini ve eşcinselliği tıbbi, psikiyatrik, yasal ve teolojik bakış açılarından reddeden “disiplinlerarası” bir konferans düzenlerken, Kutsal Sinod[6] ve Aynoroz[7] resmi olarak cinsiyet kimliği tasarısının geri çekilmesini talep etti. Ayrıca bazı piskoposlar okullarda “cinsiyet kimliklerinin öğretilmesine” karşı çıktı ve bir bölge kilisesi 2017’nin başında ebeveyn birliklerini, ebeveynleri çocuklarını bu eğitim faaliyetinden muaf tutmaları için harekete geçirmeye çağırdı. Son olarak 2018’de Yunanistan’da “Yaşamama İzin Ver”[8] adlı, çok çocuklu ebeveyn birlikleri ve Ortodoks dernekleri tarafından başlatılan yeni bir kürtaj karşıtı “hareket” ortaya çıktı. Bu hareket hedefini, doğmamış çocukların haklarını savunarak insan yaşamına saygıyı artırmak ve uygun bilgilendirme ile kürtajların engellenmesini savunmak olarak açıkladı. Hareket, çeşitli şehirlerdeki yerel Hıristiyan dernekleriyle işbirliği içinde kürtaj karşıtı etkinlikler düzenliyor ve genellikle nüfusla ilgili ulusal çıkarlar için daha fazla “Yunan” çocuk gerektiği fikri ile kürtajı azaltmayı gerekçelendiriyor. Bu esnada 2019 yılında Kutsal Sinod bu hareketin talebini karşıladı ve Noel’den sonraki ilk Pazar gününü “Doğmamış Çocuk günü” ilan etti. Ocak 2020’de, kürtaj karşıtı “Yaşamama İzin Ver” posterleri Atina metrosuna asıldı, bu durum büyük itirazla karşılaştı ve nihayet ertesi gün posterler kaldırıldı.
Yükselen aşırı sağ
Sağcı örgütler her zaman feminizme ve toplumsal cinsiyet kavramına olduğu kadar eşcinselliğe ve cinsiyet kimliğine de açıkça karşı çıkmışlardır. Onun yerine, ulusun varlığını tehdit ettiği iddia edilen düşük doğum oranına karşı heteroseksüel ailenin ve anneliğin korunmasını önerirler. Dahası, genellikle sokak hareketlerinde ve tartışmalarda kiliseyle birleşirler. 2018 ve 2019’da aşırı sağ gruplar, LGBTİQ+ Onur Yürüyüşü’ne karşı Heteroseksüel Onur Yürüyüşleri organize etti. 2017’de ise cinsiyet kimliği tasarısının oylandığı gün bu tasarıya karşı bir gösteri düzenledi. O zamanlar ulusal parlamentoda koltuğu olan bir neo-Nazi partisi Altın Şafak, cinsiyet kimliği tasarısının geleneksel aile, evlilik ve ahlakın anayasayla korunmasıyla çeliştiği şeklindeki kilise resmi argümanını destekleyen bir anayasaya aykırılık itirazında bulundu. Genel olarak, Altın Şafak Partisi parlamentoda bulunduğu süre boyunca cinsiyet eşitliğini ve haklarını destekleyen tüm kanunlara karşı oy kullandı. Öte yandan, ANEL (Bağımsız Yunanlar) Partisi, muhafazakar ve milliyetçi görüşlerine rağmen, SYRIZA ile koalisyon hükümetinde yer alırken cinsiyet kimliğiyle ilgili tasarıları destekledi. Ancak, eşcinsel çiftlerin çocuk büyütme hakkını desteklemedi, 2019’da hükümeti terk edeceğinden muhafazakar üyeleri ve seçmenleri tatmin etmek daha verimli olacaktı.
Ancak aşırı sağda iki ilginç gelişme oldu. Birincisi, giderek daha fazla kadının, feminizm karşıtı bir söylem kullanarak milliyetçi aktivizme katılması ve bu aktivizmdeki hareketliliği. Altın Şafak dışında, kadınlar diğer aşırı sağ örgütlerde ve Kuzey Makedonya adı ile ilgili Prespa Antlaşması’na karşı son dönemlerde gelişen hareketlerde de yer alıyorlar. Kadınlar yoldaşlarıyla birlikte sokaklarda yürüyor; etkinlik ve kampanyalarda örgütsel eylemde bulunuyor; online olarak propaganda yapıyor ve kadınlar için feminist iddialardan uzak, ulusun çoğalmasına, dış ve iç düşmanlardan korunmasına adanmış bir kimliği teşvik ediyor. Feminizm de o düşmanlardan biri olarak resmediliyor. İkincisi, LGBTİQ+ haklarının kabulüne yönelik toplumsal baskı ve daha az şiddet içeren, daha halk dostu bir tavır takınma ihtiyacı, aşırı sağı LGBTİQ+ bireylere yönelik nefret söyleminden kısmen uzaklaşma stratejisine götürüyor. Homofobik açıklamalarından dolayı hükümetteki sağcı partiden çıkarılan, Nea Dexia (Yeni Sağ) Partisi üyesi Failos Kranidiotis ya da 2019’da Altın Şafak Partisi’nin eski üst kademe üyeleri tarafından kurulan ELASYN Partisi’nin entelektüellerinden biri olan Lefteris Panousis gibi aşırı sağcılar, son zamanlarda özel hayat tercihi olarak kaldığı sürece eşcinselliğe karşı göreceli bir hoşgörü anlatısı benimsediler. Bu durum, LGBTİQ+ topluluğunun görünürlük ve eşitlik taleplerine karşı çıkmaya, saldırmaya ve bunlarla alay etmeye devam etmelerine olanak tanıyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Feminisite