Çevre aktivisti, gazeteci ve yazar George Monbiot, kendi deneyimleri üzerinden, ‘Don’t Look Up’ filminde medya sektörünü hedef alan sosyolojik eleştirileri mercek altına alıyor: “Bu film bana yıllar boyunca yaşadığım öfke, hayal kırıklığı ve çaresizliği hatırlattı.”

George Monbiot / Guardian
Gazetecilerin yerden yere vurmasına şaşmamalı. Çevresel yıkım üzerine hiciv türünde bir film olan ‘Don’t Look Up’ı izlememek için yüzlerce bahane ürettiler. Film için “sıkıcı”, “abartılı”, “kendini beğenmiş” deyip durdular. Ama esas sorunun adını hiçbir zaman koymayacaklar: Bu film onlarla ilgili. Bana göre film, kamusal yaşamın iflasına ağır bir eleştiri getiriyor. Bu iflasın en çok yaşandığı sektör ise medya.
Film hızlı ve eğlenceli akıyor olsa da, birçok çevre aktivisti ve iklim bilimci için olduğu gibi benim için de fazlasıyla gerçeği yansıtıyordu. Yetişkin hayatımın gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçip gitmesini izliyormuş gibi hissettim. Filmdeki bilim insanları, bir yandan gezegeni yok edecek bir kuyruklu yıldızın yaklaştığına dikkat çekmeye çalışırken, bir yandan da medyanın ördüğü Büyük İnkar Duvarı’na tosluyor, bir şeye yalnızca 10 saniye dikkatini verebilen politikacılara ulaşmaya çalışıyorlar. Tüm bunlar bana yıllar boyunca yaşadığım öfke, hayal kırıklığı ve çaresizliği hatırlattı.
Her şeyden önce, kuyruklu yıldızı keşfeden bilim insanı, saçma sapan ünlü dedikodularıyla şişirilen bir sabah programının son konuğu olarak televizyona çıkıp öfke patlaması yaşadığı anda, Kasım ayında Günaydın Britanya programında ürkütücü bir biçimde kontrolümü kaybedişimi hatırladım. Glasgow’daki COP26 İklim Konferansı’ndan kısa bir süre sonra, diğerleri arasında konuyu en az ciddiye alan ve görüşmelere ev sahipliği yapan Birleşik Krallık’ın dünyanın en ciddi sorunuyla ilgili hiçbir şey başaramadığını gördük. Bininci kez neyle karşı karşıya olduğumuzu açıklamaya çalışırken ve birden kendimi daha fazla tutamadım. Canlı yayında gözyaşlarına boğuldum.
Hala büyük bir utanç yaşıyorum. Filmdeki bilim insanına yönelik tepkiler gibi sosyal medyadaki yorumlar da aşağılayıcı ve gaddardı. Numara yaptığımı, histerik ve akıl hastası olduğumu yazdılar. Ama nerede olduğumuzun ve neyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olup da gücü elinde bulunduranların kayıtsızlığını, varoluşsal krizimizin ıvır zıvır şeyler lehine nasıl marjinalleştirildiğini görünce anladım ki, eğer kendimi kaybetmeseydim bende bir sorun var diye düşünürdüm.
Büyük felaketlerle savaşırken, hangi çağda olursa olsun, kendimizi aynı güçlere karşı patinaj çekerken buluruz: Dikkat dağıtma, inkar ve yanılgı. Yaşam destek sistemlerimizin çöküşünün habercisi olanlar, çok geçmeden bizimle ve ulaşmaya çalıştığımız insanlar arasındaki, medya adı verilen engele takılırlar. Birkaç dikkate değer istisna dışında, iletişimi kolaylaştırması gereken sektör buna engel olur.
Asıl sorun, iklim inkarcılarına çeşitli platformlarda tekrar tekrar yer verilmesi gibi artık mazur görülemeyecek bireysel aptallıklar değil, medyanın kendisini teslim ettiği yapısal aptallık. Entelektüalizm karşıtlığı, yeni fikirlere düşmanlık ve karmaşık olandan kaçınma. Ahlaki ciddiyetten yoksunluk. Dünya’daki yaşamın devam etmesine değil, ünlüler ve tüketilebilir olanlarla ilgili boş dedikodulara öncelik vermek. Tehlike sinyallerinden bağımsız, boş bir lakırdı takıntısı. Her ne olursa olsun, statükoyla uyum sağlamak. Bencil ve sosyopat insanlara ait görüşlerin sonsuz propagandası ve bizi felaketten korumaya çalışanların “ibretlik”, “aşırı” veya “çılgın” oldukları gerekçesiyle dışlanmaları. BBC’deki arkadaşlardan, bu terimlerin hala çevre aktivistlerini tanımlamak için kullanıldığını duydum).
Bu dikkat tacirleri konuyu ele alsalar bile, uzmanlarla görüşmeyip yerine aktörler, şarkıcılar ve diğer ünlülerle röportaj yapma eğilimindeler. Medyanın oyunculara olan takıntısı, Guy Debord’un 1967’de yayınlanan Gösteri Toplumu adlı kitabındaki öngörülerini doğruluyor. Artık en ciddi meselelerin bile, mesleği başka bir insanın kişiliğine bürünmek ve başkalarının cümlelerini konuşmak olanlar tarafından dile getirilmesinin gerektiği bir dünyada, metanın yerini gösteri alıyor. Sonra aynı medya, onları sözcü haline getirerek, bu aktörlere müsrif bir yaşam tarzı sürdükleri için ikiyüzlü oldukları iddiasıyla saldırıyor.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.