SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin altı aylık periyotlarla bir araya gelen Uluslararası İlişkiler Danışma Kurulu önceki gün çevrimiçi olarak toplandı. Toplantıda Rusya-Ukrayna savaşı, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri ve SES’in uluslararası ilişkilerdeki tutum alışı değerlendirildi.

SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nin 6 aylık periyotlarla bir araya gelen Uluslararası İlişkiler Danışma Kurulu önceki gün Zoom ortamında çevrimiçi olarak toplandı.
Toplantıda Rusya-Ukrayna savaşı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri başta olmak üzere pek çok gündem maddesi masaya yatırılırken, SES’in dünyada yaşanan gelişmeler ve uluslararası ilişkilerdeki tutum alışına yönelik öneri ve tavsiyelerse ayrı bir başlıkta değerlendirildi.
Toplantıya SES Uluslararası İlişkiler Danışma Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Yakın Ertürk, eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlarından hukukçu Rıza Türmen, eski diplomat Volkan Vural, eski diplomat Ayşe Sezgin ve gazeteci Barçın Yinanç katıldı.

Toplantıda ilk sözü SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği Kurucu Başkanı Gülseren Onanç aldı. Onanç, Rusya-Ukrayna krizi, Türkiye’nin Batı ve Avrupa Birliği ile ilişkileri ve savaşa karşı barış ve bir arada yaşam mücadelesi gibi başlıklarda katılımcılara sorular yönlendirdi.
‘Yeni paradigma mücadelesinde savaş patolojik bir mesele olarak öne çıkıyor’
Onanç’ın çizdiği çerçevenin ardından söz alan Prof. Dr. Yakın Ertürk, “Aslında mesele ne Türkiye meselesi, ne de Avrupa Konseyi meselesi, çok daha büyük bir krizden söz ediyoruz: Neoliberal demokratik düzenin krizde olduğu bir dünyadayız” ifadelerini kullanarak Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi kurumların hepsinin bu düzenin eksenleri olduğunu belirtti. Ertürk, böylesi bir ortamda bu kurumların eskiden olduğu gibi çalışmaya devam etmelerinin mümkün olmadığını belirterek, “Yeni bir paradigma mücadelesi sürerken savaşın da içlerinde olduğu pek çok patolojik mesele çıkıyor” diye konuştu.
Ertürk, tek başına savaşa karşı barış söyleminin pek bir anlam ifade etmediğini belirterek, “Gidişata farklı bir yön vermek için bir arayışlar arıyoryuz: Kitlesel olarak nasıl harekete geçebiliriz? Parçalanmış bir mücadele alanı var. Oysa hem Türkiye’de hem de küresel düzeyde kadın hareketinden ilerici bir ses geliyor. Kadın hareketinin bu kendi içindeki sesini daha da büyütmesi gerekiyor” dedi.
“Dünyada sağ popülist şahlanma o kadar güçlü ki, otokratik-demokratik ikiliğini geçersiz kılıyor” diyen Ertürk, Fransa’da Le Pen’in İsveç’te ise faşist hareketin yükselişinin önemsiz addedilemeyeceğini kaydetti. Ertürk, “Bu sağ şahlanış demokratik ülkeler diye bir blok görmemizi mümkün kılmıyor” ifadelerini kullandı.
‘Feminist dış politika verili saydıklarımızın mit olduğunu gösterecek’
Konuşmasında son olarak feminist dış politika kavramına da değinen Ertürk şunları söyledi:
“Bu kavram tam da Batı’nın savaşın tetikleyicisi olduğıu görüşünden çıktı. Belki kendi topraklarındaki savaşlardan uzaklar ama savaşta her daim elleri var. Silah ticareti, çok uluslu şirketlerin madencilik yatırımları gibi açısından savaşı tetikleyen sonuçlar doğuruyor.
“Sağın LGBTİ ve kadın hareketine karşı diskurunu yakından izlersek bunun demokratik kurumlara yansımalarını da görebiliriz. Dolayısıyla feminist dış politika aslında verili saydığımız şeylerin mit olduğunu göstermede de işlevsel olacak.”
Merkez-akım partiler neden silindiler? Klasik siyaset yapıyor, çünkü bu popülistler doğrudan irtibattalar. Toptancı yaklaşımları kabul etmiyorum.
Yeni bir strateji yeni bir bakış açısıyla TR’nin hem AB için hem de kendisi için ne denli önemli olduğunun ort koyacak bir projelendirme. Seçimlerle birlikte de böylece yeni bir umut belirtilmiş olur.
‘Demokratik değerlerle otokratik değerlerin savaşı’
Sözlerine önceki günkü Gezi davası kararlarını değerlendirerek başlayan Rıza Türmen ise, duruşmanın ve kararların değerlerin önemini ortaya çıkardığını ifade etti.
Türmen, Ukrayna krizine dair değerlendirmelerini de aktararak devamında şunları söyledi:
“Kırım’ın ilhakından sonra Rusya’nın bu değerler sisteminin içinde olamayacağı açıkça ortaya çıktı. Bu dönemde iki görüş öne çıktı: Ukrayna krizi göstermiştir ki uluslararası ilişkilerde reel politika hakimdir, değerler ve uluslararası kurumlar toprak ilhakını önlememektedir. Devletin toprak bütünlüğünü sağlayabilecek tek şey askeri güçtür.
Diğeri ise bu ‘değerler zaten doğru değildir’ diyen perspektif. Değerler mücadelesi değil jeopolitik önemlidir deniyor. Bu bize NATO karşıtlığı ile Batı karşıtlığının birleşmekte olduğunu gösteriyor. Uluslararası ilişkilerde bu değerleri içeren normları yok sayıp sadece gücün etkili olduğu bir perspektif demek bu. Oysa bir uluslararası sistem vardır ve bunu ihlal edenler vardır ama bu değerlerin olmadığı anlamına gelmez”
“Tam da bu değerler var olduğu için, insan hakları var olduğu için bu tepkiler gösteriliyor” diyen Türmen, bugün yaşananları demoktatik değerlerle otokratik değerler arası bir savaş olarak yorumladı.
Türmen, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik yürüttüğü savaş ile Batı’da yeniden değerler ve Avrupa fikrinin canlılık kazandığını söyleyerek, “Eşitlik ve özgürlük kavramları öne çıktı. Bu, kadın hareketi bakımından çok önemli. Eşitlik, özgürlüğe yol açan bir kapı demek. Kadın harektine yeni bir canlanma getirebilir” değerlendirmesinde bulundu.
‘Savaş sürdükçe Türkiye’ye yönelik baskılar artabilir’
Türmen’in ardından konuşan Volkan Vural ise değerler çatışmasından ziyade çıkarlar çatışması olduğunu vurgulayarak her devletin kendi çıkarını maksimize etmeye çalışmasının çıkarlar çatışmasını açıkladığı tespitini yaptı.
Vural, Sovyetler Birliği’nin dağılışının Rusya için bir travma olduğunu ifade ederek, “Rusya bu travmayı aşabilmek için zaman kolluyordu. Belli zamanlarda da buldu: Kırım’ın ilhakı, Gürcistan savaşı gibi. Bu her iki müdahalede de Avrupa’dan hiç ses çıkmadı. Çünkü Avrupa’ya entegresi ciddi düzeydeydi. İşte Ukrayna’ya savaşı da bu şartlar altında uygun gördü” dedi.
“Geldiğimiz noktada bir trajedi, insanlık dramı yaşanıyor” diyen Vural, “Bir ülkenin topraklarının üçte biri işgal altında. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü yeniden sağlanır mı? Yakın vadede çok mümkün görünmüyor” dedi.
Konuşmasında Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji ve turizm bağımlılığına da değinerek, “Savaş sürdükçe Türkiye’ye yönelik baskılar artabilir” ifadelerini de kullandı. Vural ayrıca Türmen’in kurduğu “otoriter-demokratik ülkeler” analojisine çok da katılmadığını belirterek, Macaristan ve Polonya’nın Avrupa Birliği üyeliklerini örnek göstererek, “Burada kesin hatlarla ayrılan bir değerler sistemi yok” şeklinde konuştu.
‘Avrupa Birliği bir Cumhuriyet projesi’
Konuşmasında Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini değerlendiren Ayşe Sezgin, müzakerelerin askıya alındığı 2016 yılından beri AB’nin Türkiye ile ilişkilerinde müzakere sürecinin esaslarından uzaklaştığını belirtti.
Sezgin, AB’nin Türkiye ile olan ilişkilerinin enerji, ulaştırma ve siyasi diyalog alanlarına sıkışmış durumda olduğunu vurgulayarak, “Şu an için durum transaksiyonel ilişkiden ibaret ve böyle sürdürülmeye devam edecek gibi duruyor” dedi.
Avrupa Birliği’nin her şeyden önce bir cumhuriyet projesi olduğunun altını çizen Sezgin, Avrupa Birliği genişlemesinin olası sınırlarına dair görüşlerini de paylaştı.
Sezgin, konuşması sırasında Ukrayna krizini de değerlendirerek şunları söyledi:
“Ukrayna hem Rusya hem de batının çıkarları açısından önemli bir ülke özellikle de Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü 1991’den sonra. Batı açısından Rusya’ya bir tampon, Rusya açısından ise Batıya tampondu.
“AB Ukrayna ile üyelik temelinde değil, başlangıçta Avrupa komşuluk politikası temelinde ilişki kurdu daha sonra da bir ortaklık anlaşması imzalandı. Oysa Ukrayna’nın Batı’ya yönelişi ve üyelik talebi hep devam etti. Fakat Almanya ve Fransa Dışişleri Bakanlıkları tarafından 2000 yılında Ukrayna’nın Belarus ve Moldova ile birlikte AB üyesi olmasının ihtimal dahilinde olmadığı açıklandı. Bu, aslında Sovyetler Birliği’ne karşı izlenen denge politikasının bir devamı niteliğinde.”
Savaşın yakın zamanda biteceğini düşünmediğini kaydeden Sezgin, “Donbass’ta Ukranya askerleri 8 yıldır savaşıyorlar. Donbass’ın kolayca verileceğini sanmıyorum. Kanlı bir çatışma olarak devam edeceğini düşünüyorum. Putin’in bir başarıya ihtiyacı var, aksi takdirde Rusya halkı gözünde meşruiyeti kalmayacak” dedi.
‘Türkiye Rusya-Ukrayna savaşında zaten bir taraf, saldırganlığa karşı taraf’
Gazeteci Barçın Yinanç ise, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında “iki taraftan birini seçmesi” yönündeki söylemleri değerlendirerek, “Türkiye zaten taraf, yaptığın şey yanlış diyor Rusya’ya. Belki ben tarafım diye açıkça söylemiyor, Rusya ile diyalog kurabilsin antagonize etmesin diye, ancak biz tarafız. Rusya’nın saldırganlığına karşı olan tarafız” diye konuştu.
Türkiye’nin bu tavır alışını ilerideki dış politikaya da yön verecek önemli bir eşik olarak gördüğünü anlatan Yinanç, “Bir tarafta demokratik ülkeler, diğer yanda otoriter ülkeler olmak üzere 2’li bir yapı görmek kaçınılmaz” dedi.
Yinanç, sivil toplumun Batılı ülkelere, demokrasisi askıya alınmış bir Türkiye’nin Avrupa Birliği çıkarlarına olmadığını göstermesinin önemli olduğunu kaydederek, “Türkiye, demokratik olarak AB’ye ne kadar bağlı olursa kazan-kazan olacaktır” şeklinde konuştu.