Gazeteci Sibel Yükler, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme sürecinin öncesi ve sonrasında LGBTİ+’lara yönelik dozu giderek artan şiddet, nefret söylemi ve ayrımcılık üzerine yazdı.

Sibel Yükler / Heinreich Böll Stiftung
“Sözleşmenin feshedildiği süreçte gökkuşağı bayrağı düşmanlaştırılarak yasaklandı. LGBTİ+ varoluşları kriminalize edildi ve şiddet tehdidine maruz bırakıldılar. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla LGBTİ+’ların hakları, can güvenlikleri yok sayılmıştır.”
Danıştay’daki konuşmasında böyle diyordu, Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi Başkanı avukat Seher Duygu Çildoğan. Heyet başkanı Yılmaz Akçil’in, “Danıştay tarihinde bir ilk yaşıyorum” dediği gibi, Çildoğan da bir ilki yaşatıyordu. Danıştay tarihinde ilk kez öldürülen trans kadınların, eşcinsellerin adı geçiyordu. Kocaman salonda heyetin yüzüne karşı LGBTİ+’ların haklarından bahseden Çildoğan, fesihten önce ve sonraki süreçte, “Sözleşme eşcinselliği meşrulaştırıyor” denilerek LGBTİ+ların nasıl hedef gösterildiğini anlatıyordu.
Peki neden böyle bir savunma yapıyordu? Bunun için sözleşmenin feshinden önceki sürece; LGBTİ+’ların nasıl sistematik şekilde kriminalize edildiğine bakmakta fayda var.
Resmi Gazete’de yayımlanan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” ile Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasını taşıyan karar, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3’üncü maddesine dayandırılıyordu. Sözkonusu maddenin cumhurbaşkanına uluslararası sözleşmeleri fesh etme yetkisi verip vermediği hâlâ hukuki olarak tartışılırken ve konu Danıştay’a taşınmışken, dönüp bir de bu kararnamenin öncesinde neler yaşandığına bakmak gerekiyor.
Fesihten bir sene öncesi: Cemaatlerden LGBT+’ları hedef alan açıklamalar
İstanbul Sözleşmesi, feshedildiği tarihten çok daha öncesinde hükümet ile birlikte sağ-muhafazakar parti, cemaat ve grupların hedefi haline gelmişti. Onlardan biri de “İsmailağa tarikatı” diye anılan İsmailağa cemaatiydi.
2020 Temmuz ayında Erdoğan’ın, partisinin Merkez Yürütme Kurulu’nda İstanbul Sözleşmesi ile ilgili “Halk istiyorsa kaldırın” dediği iddia edilmişti. Bu sözlerin hemen ardından İsmailağa cemaatinin resmi internet sitesinde 6 Temmuz 2020 günü bir bildiri yayınlanarak, sözleşmenin İslami değerlere “savaş açma hüviyeti” taşıdığı yazıldı ve hükümetten sözleşmeden çekilmesi resmen talep edildi:
“Bu sözleşme muhtevası açısından eşcinsellik gibi, Allah (Celle Celâluhû) ve Resûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in lânetlediği işlerin önünü açması, kadına yaratılış amacının aksine misyonlar yüklemesi gibi yönleriyle ahlâkî yapımızı ve ecdadımızdan bize intikal eden aile medeniyetimizi yıkmayı hedeflemektedir.”
Cemaatin üyelerinden olan ve kamuoyunda “Cübbeli Ahmet” olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü de aynı günlerde sözleşmesiyi hedef gösteriyor, aralarında Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın da olduğu KADEM’in sözleşmeden taraf açıklamasına tepki gösteriyordu. TÜGVA tarafından 9 Temmuz 2020’de yapılan açıklamayı alıntılayarak çağrı yapan Ünlü, “Ey Müslümanlar! Bayramdır, yazdır, tâtildir demeyelim. Bugün bu “İstanbul Sözleşmesi”ne gereken tepkiyi vermezsek yarın çoluk çocuğumuzu eşcinsellikten kurtaramayız ve bunun vebâlinin altından kalkamayız. Bu hususta TÜGVA’nın şu açıklamasını da çok önemli buluyorum” demişti.
Bu yaz dönemi boyunca Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözkonusu cemaate bir dizi ziyarette bulunmuş, bu ziyaretlerde İstanbul Sözleşmesi’nden “aileyi yıktığı, geleneksel değerleri hiçe saydığı ve eşcinselliği meşrulaştırdığı” iddiasıyla çıkılması istenmişti. Hatta tam da bu dönemde onursal başkanlığını Hayrettin Karaman’ın yaptığı, Abdurrahman Dilipak’ın da yöneticileri arasında olduğu Türkiye Düşünce Platformu, İstanbul Sözleşmesi’nden “neden çıkılması gerektiğini” Erdoğan’a anlatmak için 10 sayfalık rapor hazırlıyordu. Platform yöneticileri, 4 Ağustos 2020 tarihinde yaptıkları açıklamada, “Mayınlı alana girdiğimizi fark ettik, yıprandık” diyerek, çalışmadan çekildiklerini duyurdu.
Dernekler, kulüpler, parklar, sokaklar… Yasaklar silsilesi
Sonrasındaki birkaç ay sular durulmuş gibi görünse de hükümet kanadında sözleşmeden çekilmek isteyen kesim giderek arttı. Takvimler artık 2021 yılını gösteriyordu. Erdoğan’ın ittifak görüşmeleri yaptığı Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Oğuzhan Asiltürk, Ocak 2021 tarihinde katıldığı bir televizyon programında, “Sayın Cumhurbaşkanının da görüşü kalkması yönünde. Ben de biliyorum ifade ettiğini, kesinlikle kalkacak” dedi. Bunun iki nedeni vardı: “Sözleşmeyi aileyi yıkıyor ve eşcinselliği meşrulaştırıyor.”
Henüz bir önceki sene, yani 2020 yılında Diyanet Başkanı, İçişleri Bakanı, milletvekilleri gibi siyasi ve dini otoritelerin söylemleri ve Yeni Akit gibi medyanın haberleriyle hedef haline gelen LGBTİ+’lar, 2021 yılında da bu kez İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak isteyenlerin birincil bahanesi ve hedefi haline gelmişti.
Şubat 2021 tarihinde ise yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu kez Twitter’da nefret söyleminde bulunarak, LGBTİ+’ları “sapkın” ilan etti ve “Hepimiz de aile yapımızı korumakla mükellefiz” dedi. İşte bu tarihten itibaren LGBTİ+’lara parklarda, sokaklarda, yürüyüşlerde tamamen düşmanca politikalar uygulanmaya başlandı.
Tarih 20 Mart 2021’i gösterdiğinde, kadına yönelik erkek şiddeti ve cinsel yönelim, cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ile mücadelede hukuki dayanak sağlayan İstanbul Sözleşmesi bir gecede feshedildi. Hemen akabinde kadın hareketi, feminist hareket ve LGBTİ+ hareketine dönük saldırılar hız kesmeden artmaya başladı. Neredeyse bir yıldan fazladır sözleşme sebebiyle nefret söylemine maruz kalan LGBTİ+’lar için de fesihten hemen sonra yapılan açıklamalar bu söylemlerin dozunu artırdı.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.