Bu yılın Oscar adaylıklarında bir kez daha siyah kadınlar başta olmak üzere kamera arkasındaki ve önündeki sinemacı kadınlar büyük ölçüde göz ardı edildi.

Gamze Düşmez
Bu yılın Oscar adaylıklarında bir kez daha kamera arkasındaki ve önündeki siyah kadınlar büyük ölçüde göz ardı edildi.
“Till” filminin yönetmeni Chinonye Chukwu, Oscar adaylarının duyurulduğu geçtiğimiz Salı günü siyah kadınların oynadığı filmlerin aday gösterilmemesine tepki gösterirken sözlerini sakınmadı.
Instagram hesabında paylaştığı sivil haklar ikonu Myrlie Evers-Williams ile çekilmiş bir fotoğrafının altına “Beyazlığı korumaya ve siyah kadınlara yönelik utanmaz bir kadın düşmanlığını sürdürmeye bu kadar agresif bir şekilde kararlı olan bir dünyada yaşıyor ve endüstrilerde çalışıyoruz” diye yazdı.
Oscar adaylıklarından çıkan ana fikir, sivil haklar aktivisti Mamie Till-Mobley rolündeki performansıyla En İyi Kadın Oyuncu dalında aday gösterilmesi beklenen “Till” filminin yıldızı Danielle Deadwyler’ın de aralarında bulunduğu siyah kadınların oynadığı filmlerin göz ardı edilmesi oldu.
Buna ek olarak, Gina Prince-Bythewood’un yönettiği ve büyük beğeni toplayan “The Woman King”, etkileyici teknik veya sanat kategorileri de dahil hiçbir kategoride tek bir adaylık bile alamadı.
Aday gösterilmeyenler arasında Prince-Bythewood, başrol oyuncusu ve yapımcı Viola Davis ve filmin siyahi kadın oyuncu kadrosundaki tüm oyuncular yer alıyor.
Oscar ödüllerinin kötü sicili
Oscar ödülleri genel olarak siyahları görmezden gelme ve özellikle de siyah kadınları aday göstermeme konusunda kötü bir sicile sahip.
20 oyuncu adayı arasında Angela Bassett, “What’s Love Got to Do With It” filmindeki Tina Turner rolüyle ilk ve şimdiye kadar tek Oscar adaylığını aldıktan 30 yıl sonra “Black Panther: Wakanda Forever” filmindeki yardımcı rolüyle aday gösterilen tek siyahi kadın oldu.
Davis ve Bassett daha önce başroller için Oscar adaylığı elde etmiş bir avuç siyah kadın arasında yer alıyor. Ve Oscar’ın 95 yıllık tarihinde sadece bir siyah kadın En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kazandı: 2001 yapımı “Monster’s Ball” filmiyle Halle Berry.
Yönetmen Chukwu daha önce başrolünde Alfre Woodard’ın oynadığı, beğeni toplayan bağımsız drama “Clemency” filmini yönetmişti. Prömiyerini yaptığı 2019 Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan film, o yılın sonunda birçok ödül kurumu tarafından da görmezden gelindi.
Paylaşımında, az temsil edilen topluluklardan birçok siyah kadının ve diğer sanatçıların, tarihsel olarak dışlandıkları alanlarda çoğu kez kendi fırsatlarını yaratmak zorunda kaldıklarına atıfta bulunan Chukwu, “Hayatımın en büyük dersi için sonsuza dek minnettarım. Herhangi bir zorluk veya engelden bağımsız olarak, her zaman kendi mutluluğumu yaratma gücüne sahip olacağım ve bu mutluluk benim en büyük direniş biçimlerimden biri olmaya devam edecek” diye yazdı.
Bu yıl harika filmler yöneten pek çok müthiş kadın vardı, ama Akademi’ye göre değil
İki yıl üst üste kadınların En İyi Yönetmen Oscar’ını kazanmasının ardından Akademi, bu yıl beğenilen filmleri yöneten çok sayıda kadını tamamen görmezden gelerek En İyi Yönetmen kategorisinde tamamen erkekleri aday gösterdi.
En son tamamı erkeklerden oluşan En İyi Yönetmen adaylarının açıklandığı 2020 Oscar adayları sunumunu yapan Issa Rae’nin sözleriyle: “Bu erkekleri tebrik ediyoruz.”
Bu yıl listede, gişede yaklaşık 70 milyon dolar hasılat elde eden “The Woman King “in yapımında siyah kadınlardan oluşan inanılmaz bir oyuncu kadrosuna ve ekibine yönetmenlik yapan Gina Prince-Bythewood yer almadı.
Bir grup Mennonit kadın hakkında küçük ama güçlü bir film olan ve film ilerledikçe demokratik sistemler oluşturma ve istismarcılardan ve istismarcı kurumlardan kaçmaya çalışma konusundaki toplumsal sorular için bir küçük evrene dönüşen “Women Talking” filminin yönetmeni Sarah Polley de öyle.
Ya da Pixar’ın “Turning Red” filminin yönetmeni Domee Shi, regl dönemleri hakkında komik ve tatlı bir animasyon filmi yapmayı başardı. Ya da “Aftersun” adlı bağımsız filmiyle “Normal People “ın yıldızı Paul Mescal’ın genç bir ebeveyn olarak hassas ve içe dönük yanını gösteren Charlotte Wells.
Ya da Laura Poitras, “All the Beauty and the Bloodshed” adlı belgeselinde sanatçı ve aktivist Nan Goldin’in geçmişini ve bugününü güçlü bir şekilde bir araya getirdi. Ve daha niceleri.
Oscar’ın 95 yıllık tarihinde sadece yedi kadın yönetmenlik dalında aday gösterildi
Akademi’nin bu yıl da kadın yönetmenlere yer vermemesi bazı açılardan sürpriz olmadı ve Akademi’nin kötü siciliyle tamamen uyumlu bir durumdu. Oscar’ın 95 yıllık tarihinde sadece yedi kadın yönetmenlik dalında aday gösterildi. Sadece üçü kazandı ve hepsi de son yıllarda: 2010’da Kathryn Bigelow, 2021’de Chloé Zhao ve geçen yıl Jane Campion.
Ancak bu yılki adaylıklar, Akademi’nin son yıllarda kamuoyu baskısı sayesinde yavaş da olsa kaydettiği ilerlemeden geriye doğru atılmış bir adım gibi de görünüyor.
Akademinin daha az beyaz, daha az erkek, daha genç ve daha uluslararası olan değişen üyeleriyle birlikte, son birkaç yılda aday gösterilen filmler ve sanatçılar biraz daha çeşitlendi. Üç yıl önce “Parasite “ın En İyi Film ve Bong Joon-Ho’nun En İyi Yönetmen ödüllerini kazanmasının ve ertesi yıl Çinli yönetmen Chloé Zhao’nun En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ilk ve hala tek farklı renkten kadın olmasının nedeni kısmen buydu. Bu yüzden En İyi Yönetmen adayları arasında tamamen beyaz ya da tamamen erkek bir liste görülmesi beklenmiyordu.
Son araştırmaya göre, kadın ve beyaz olmayanların oranı 2022’de yatay seyretti
Umarız bu yıl, Oscar’da çeşitlilik anlamında kaydettiği ilerlemede geri dönülecek bir sapmadır. Ancak bunun tam tersi de olabilir. Belki de son birkaç yıldır kaydedilen ilerleme bir sapmaydı.
Annenberg Inclusion Initiative’in yönetmenlikte çeşitlilik üzerine yaptığı en son araştırmaya göre, ABD gişelerindeki en büyük filmleri yöneten kadın ve beyaz olmayan kişilerin oranı, son yıllardaki en yüksek oranlara kıyasla 2022’de yatay seyretti.
Bu durum, Hollywood’un “Oscar So White” tartışmasından “Me Too” hareketine ve 2020’de George Floyd’un öldürülmesinin ardından yaşanan ırksal hesaplaşmalara kadar her şeye yanıt olarak verdiği tüm sözlerin büyük ölçüde sembolik olabileceğini gösteriyor.
Hiçbir şeyin değişmediğine ya da en iyi ihtimalle salyangoz hızında değiştiğine dair aynı hikayeyi tekrar tekrar yazmak çok yorucu. Hikaye anlatmakla övünen bir şehir için, konu kamera arkasındaki çeşitliliğe geldiğinde, Hollywood aynı hikayeyi tekrar tekrar anlatmayı seviyor gibi görünüyor.
Kaynak: Huffington Post