Üç kez Grand Slam şampiyonu, teniste kadınlar dünya 1 numarası Iga Swiatek, The Players’ Tribune için yazdığı “İçine kapanık Polonyalı bir kızın hikayesi” başlıklı yazısında, profesyonel bir tenisçi olma yolunda kort içinde ve dışında yaşadıklarını anlattı:
“Bir Grand Slam kazanmamın veya dünya bir numarası olmamın gerçekten mümkün olacağına asla inanmadım çünkü tenis oynama geleneğine sahip bir ülkeden değildim.”

* Orijinali The Players’ Tribune’da yer alan bu yazıyı Kubilayhan Kavrazlı Medyascope için tercüme etti.
Iga Swiatek
Hiçbir şey sizi ilk Grand Slam’inizi kazanmaya hazırlayamaz. Özellikle de benim gibi içine kapanıksanız ve kimsenin sizden teniste başarılı olmanızı beklemeyeceği bir yerden geliyorsanız… En azından şimdiye kadar böyle bir beklenti yoktu.
Roland Garros’tan sonra, ben Fransa’dayken her şey oldukça normaldi. Ama Polonya’ya döndüğümde? Polonya’da gerçekten farklıydı.
Ailem, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki ödül törenine davet edildi. Şampiyonluğumun üzerinden üç gün geçmişti. Beni bir madalya ile onurlandırdılar ve bu sırada gazeteciler de peşimdeydi. Varşova dışında yaşıyordum ve şaşırtıcı şekilde gazeteciler evimin önünde kameralarla bekliyorlardı.
Ben, babam ve bir güvenlik görevlisi, arabayla eve dönmeye çalıştık. Arabayı süren babam, aynı anda hem aynaları kontrol ediyor hem de ara sokaklara girerek izimizi kaybettirmeye çalışıyordu. Amerikan filmlerinden bir sahnenin içinde gibiydik. Ahahah… Kulağa ürkütücü geliyor ama biz tüm yol boyunca eğleniyor ve gülüyorduk.
Şimdi bile, böyle bir şey hakkında konuşmak garip geliyor. Dürüst olmak gerekirse, başarılarınız hakkında konuşmak Polonyalı insanların mizacında yoktur. Ama o günü çok düşünüyorum. Şu anda bile o anın adrenalini hissedebiliyorum.
Saf adrenalin… Bunun nasıl bir şey olduğunu açıklamanın tek yolu bu. Beni, hiçbir şey bu duruma hazırlayamazdı. İlk Grand Slam’imi kazanmak benim için bir gecede her şeyi değiştirdi. Dünya üzerinde hala beni tanımayan birçok yer var. Biri bana bakarken, “Evet, o tenis oynuyor” demeyecek. Ancak Polonya’da böyle değil. Yiyecek bir şeyler sipariş ettiğimde insanların beni sesimden bile tanıdığı bazı durumlar yaşadım.
Minnettarım ama doğrusu bazen her şey garip ve kafa karıştırıcı geliyor.
Kazandığımda, hatta sadece sahada çekilmiş bir fotoğrafımı gördüğümde, çok fazla duygulanıyorum. Ama dürüst olmak gerekirse, ne kadar gerçeküstü olsa da, reklam panolarında ya da onun gibi bir şeyde olmak umurumda değil.
Anıların yaşanış şekli ise bana komik geliyor. Çünkü Roland Garros’u kazanmamın ardından Varşova’ya gitmeyi düşündüğümde; yaşadığım çılgın şeylerin hiçbirini hayal bile edemezdim. Veya devletin bana verdiği madalyayı… Hatta bizi kovalayan gazetecileri bile hayal edemezdim. O ara arabayı kullananan babama baktığımı ve yüzünde kocaman bir sırıtış gördüğümü hatırlıyorum.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.