Rutgers Üniversitesinden insan hakları avukatı ve yardımcı doçent Noura Erakat yazdı: “Filistinlilere verilen mesaj daha barışçıl bir şekilde direnmeleri gerektiği değil, İsrail işgaline ve saldırganlığına hiçbir şekilde direnemeyecekleri yönündedir.”

Hamas, Filistinlileri 75 yıldır boyunduruk altında tutan apartheid ve sömürge rejimini hedef alarak İsrail’e karşı benzeri görülmemiş bir saldırı başlattı. Batı’nın tepkisi ve saldırının medyadaki yansıması İsrail’in askeri aygıtının ve Hamas’ın askeri ve sivil hedefler arasında ayrım gözetmemesinin hatalı olduğunu vurgulamak oldu.
Çok az Batılı gözlemci İsrail’in Filistinlileri yavaş bir ölüme mahkum eden yapısal şiddetinin bağlamını vurgulamış ve böylece bölgede gerçek ve kalıcı bir çözümün ilerletilmesi için kritik bir fırsatı kaçırmıştır.
Akdeniz kıyısında 580 km2’lik bir yerleşim bölgesi olan Gazze’deki iki milyon Filistinli, 16 yıldır İsrail tarafından hem denizden hem de karadan kuşatılmış durumda. BM ve insani yardım kuruluşları ablukayı yasadışı olarak kınamış ve etkisini “felaket” olarak nitelendirmiştir. 2015 yılında bir BM Ajansı, İsrail’in neden olduğu hijyen eksikliği, temiz suya erişim ve gıda kıtlığı nedeniyle Gazze’nin 2020 yılına kadar yaşanmaz hale geleceğini öngörmüştü. Şimdi 2023 yılındayız. Bugün Gazze’de rapor edilen tüm hastalıkların dörtte birinden fazlası düşük su kalitesi ve erişiminden kaynaklanıyor. Nüfusun yüzde elli üçü yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve hayatta kalmak için gıda yardımına bağımlılık 2000 yılında yüzde ondan az iken 2017 yılında tahmini yüzde 70’e yükseldi. 2016 sonbaharı ile 2017 yazı arasında sağlık, su, sanitasyon ve katı atık toplama hizmetleri veren 186 tesis, kuşatma ve abluka nedeniyle yaşanan elektrik kesintileri nedeniyle kapatıldı.
İsrail’in tekrarlanan askeri saldırılarının yol açtığı ölüm ve yıkım bunlarla da sınırlı değil. İsrail, 2008 yılından bu yana, dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden birinde sıkışıp kalan ve insanların kaçabileceği insani bir koridoru reddeden, çoğunluğu mülteci olan bir nüfusa karşı dört büyük askeri saldırı başlattı. Bu saldırılar sırasında İsrail, evlerine düzenlediği füze saldırılarıyla birkaç nesil aileyi öldürdü. İsrail ayrıca sivillerin olduğu ve BM’nin belirgin mavi amblemini taşıyan BM hastanelerini ve okullarını da defalarca bombaladı. Defalarca belgelenmiş savaş suçlarına rağmen kimse hesap vermedi ve kuşatma daha da sıkılaştı.
Daha da kötüsü, Filistinliler 2006 yılında Hamas’ı demokratik yollarla Filistin Yönetimi’nin başına seçtikleri için kendi acılarından sorumlu tutuldular. Bu mağdur suçlayıcı söylem, Hamas’ın 1987 yılına kadar kurulmadığı gerçeğini gizlemektedir. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria işgalinin başlamasından yirmi yıl sonra ve İsrail’in 1948’de kuruluşu sırasında Filistinlilerin kitlesel olarak sürülmesinden ve mülksüzleştirilmesinden yaklaşık kırk yıl sonra.
Hamas yarın yol olsa da İsrail’in yerleşimci sömürgeci yayılma politikası devam edecek. Filistin’in bugüne kadarki en yumuşak başlı lideri olan Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi’nin İsrail’in işgalci ordusunun kontrolü altında faaliyet gösterdiği Batı Şeria’daki politikasını düşünün. Abbas, Filistin topraklarını çalan yasadışı yerleşimcileri korumak için İsrail ile güvenlik koordinasyonuna girişti ve İsrail’in Gazze’deki Filistinlileri boğan kuşatmasının suç ortağı oldu. İsrail de onun bu tavrına karşılık yerleşim girişimlerini durmaksızın genişletti, Ürdün Vadisi’ni ilhak etme niyetini ilan etti ve Batı Şeria’nın denetimini askeri yönetimden sivil yönetime kaydırarak işgalinin kalıcılığını gösterdi.
Filistinlileri kusurlu kurbanlar olarak görmek, İsrail’in sömürgeci tahakkümünün affedilmesi ve suç ortaklığı anlamına gelmektedir.
Bu durum, İsrail’in zalim tahakkümüne karşı şiddet içermeyen protestolarla direnmeye çalışan binlerce Filistinliyi yüceltilmeyişiyle daha da vahim bir hale gelmektedir. Bunlar arasında, 2018 yılında her hafta, sürüldükleri vatanlarına geri dönme hakkı ve kuşatmanın sona erdirilmesi talebiyle Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne katılan ve İsrailli keskin nişancılar tarafından kuş gibi vurulan 40.000 Filistinli de yer almaktadır. İsrail’i izole etmeyi ve ölümcül tehdidini etkisiz hale getirmeyi amaçlayan boykot, elden çıkarma ve yaptırım kampanyalarına katılan binlerce Filistinli ve onların küresel müttefikleri de buna dahildir. Gazze’ye yönelik deniz ablukasını kırmaya çalışan sivil filoların yanı sıra ulusal mahkemeler, Uluslararası Adalet Divanı ve şimdi de Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde yürütülen çok sayıda hukuki mücadeleyi de içermektedir. Bu çabalar Batılı hükümetler tarafından sadece marjinalize edilmekle kalmadı, aynı zamanda şeytanlaştırıldı ve karalandı.
Filistinlilere verilen mesaj daha barışçıl bir şekilde direnmeleri gerektiği değil, İsrail işgaline ve saldırganlığına hiçbir şekilde direnemeyecekleri yönündedir.
Bu arada İsrail, sadece bu yıl yaklaşık 215 Filistinliyi öldürdü. Tarihteki en aşırı sağcı İsrail hükümeti, Huwara ve Turmus ‘Aya kasabalarında Filistinlilere karşı üç yerleşimci katliamına seyirci kalırken ve Cenin mülteci kampına karşı havadan ve karadan saldırı başlatırken, Batı medyası İsrail’in yargı krizine odaklandı. İnsan hakları örgütleri arasında İsrail’in bir apartheid rejimi olduğu konusundaki fikir birliğine rağmen, Başkan Biden, Filistinlilerin çektiği acıları ve İsrail hükümetinin açık ırkçılığını ve tehlikeli aşırıcılığını görmezden gelerek İsrail’in Arap rejimleriyle normalleşme yolundaki adımlarına destek oldu, sırtını sıvazladı. Uluslararası diplomasi ve taraflı habercilik, İsrail’in, teslim olmaları ya da en azından yönetilebilir bir “sorun” haline gelmeleri umuduyla Filistinlileri açık hava hapishanelerinde tutmaya yönelik politikasını sürdürmekten başka bir işe yaramamıştır.
Hamas’ın saldırısı, sorunun Filistin halkının özgürlüğe olan doymak bilmez açlığı değil, İsrail’in Filistinlileri sürekli boyunduruk altında tutmasını normalleştirmeyi amaçlayan uluslararası statüko olduğunun açık bir göstergesi olmalıdır. Bu kriz ve yaklaşan savaş, önemli bir rehine sorunundan daha fazlası olarak anlaşılmalıdır. Bu, bizi bu noktaya getiren İsrail’in işlediği savaş suçlarına ve insanlığa karşı suçlara meydan okuyacak bir siyasi irade krizidir. Bu bağlamla gerektiği gibi mücadele etmemek, Filistinlilere sessizce ölmeleri gerektiğini söylemekle eşdeğerdir. Bu, Filistinlilerin yaşamından çok daha fazlasını tehdit eden ahlak dışı ve imkânsız bir taleptir. Filistinlilere yönelik şiddetin kınanması, kuşatmanın kaldırılması, işgalin sona erdirilmesi ve İsrail’in apartheid sisteminin lağvedilmesi talepleriyle başlamalı ve sona ermelidir.
Kaynak: Jadaliyya