Anneliğe dair yeni bilimsel araştırmalar bize pek çok kadının hissettiği şeyi gösteriyor: Anne olmak batı toplumlarının sandığından çok daha büyük bir mesele. Yazar Lucy Jones, dramatik fiziksel, hormonal ve psikolojik değişimlere neden olan anneliğe dair son dönemde çığır açan araştırmaları mercek altına alıyor.

Lucy Jones / Guardian
Biyolojik annenizin bedenini büyük olasılıkla hiçbir zaman tamamen terk etmediğinizi biliyor muydunuz? Hücrelerinizin siz büyürken plasentayı geçtiğini ve muhtemelen bir süre – onlarca yıl, belki de sonsuza kadar – onun vücudunun çeşitli yerlerinde kaldığını?
Hayır, bu bir zombi filminin öncülü değil. Bu olguya “maternal hücre mikrokimerizmi” adı veriliyor ve geçtiğimiz on yıl içinde bilim insanları hücrelerin davranışına ilişkin inanılmaz teoriler geliştirdiler.
Hamilelik sırasında anne ve fetüs arasında plasenta yoluyla hücre alışverişi gerçekleşir. Bu fetal hücrelerin anne vücudunun birçok bölgesinde – karaciğer, kalp, beyin, akciğerler ve kan dahil olmak üzere organ ve dokularda – ve en önemlisi hastalık ve hasar bölgelerinde kaldığı tespit edilmiştir. Bazı çalışmalar, bu hücrelerin onarım sürecindeki yararlı olabildiklerini, ancak otoimmün hastalıklar ve preeklampsi patogenezinde olduğu gibi anne sağlığında zararlı bir rol de oynayabildiklerini göstermişlerdir.
Kuşkusuz, bu hücre transferinin anne biyolojisi ve sağlığı üzerinde ciddi etkileri bulunuyor. Aynı zamanda kendi kendine yeten bireyler olduğumuza dair felsefi düşünceyi de sorgulamamıza sebep oluyor. Bu karmaşık alışveriş, genetikçi Dr. Diana Bianchi’nin deyimiyle “her iki bireyin de hayatta kalmasına katkıda bulunan kalıcı bir bağlantı” yaratıyor.
Ayrıca, hamilelikte bazı hormonların seviyelerinin 200, 300 hatta 1.000 kat arttığını biliyor muydunuz? Ve bazı hormonların hamileliğe özgü olduğunu? Ben de bilmiyordum.
Yeni hamilelik ve annelik bilimi bize hormonal dalgalanmaların ne kadar dramatik olduğunu, kalp, bağışıklık, hematolojik, böbrek ve solunum değişikliklerinin ne kadar sismik olduğunu ve bunların vücut üzerinde ömür boyu sürecek etkileri olduğunu gösteriyor.
Hamileyseniz ve doğum yaptıysanız, beyninizin birçok bölgesinin şekil değiştireceğini biliyor muydunuz?
2017’de Nature Neuroscience’da yayımlanan ve çığır açan bir çalışmada, Hollandalı sinirbilimci Elseline Hoekzema ve İspanyol sinirbilimci Erika Barba-Müller liderliğindeki araştırmacılar, hamileliğin beyin yapısında belirgin ve tutarlı değişiklikler yarattığını kanıtladılar.
Bu sinaptik yeniden yapılanma ve ince ayarın, beyni bir bebeğe bakmak için yapması gerekenler konusunda, ya da nörobilimci Jodi Pawluski’nin dediği gibi, “bizim ve çocuğumuzun ebeveynlikten sağ çıkmasını sağlamak için” daha verimli ve düzenli hale getirdiği düşünülüyor.
Hamileliğin beyin üzerindeki etkisinin ergenlik dönemiyle karşılaştırılabilir olduğunu biliyor muydunuz? Ben de bilmiyordum.
2016’da ilk çocuğuma hamile kalmadan önce vücudumun, beynimin, benliğimin bırakın önemli değişiklikleri, kalıcı bir değişim geçireceğini bile bilmiyordum. Hamileliğin hormonal etkisinin, bebeğin büyümesini sağlamak için tek seferlik, geçici bir olay olduğunu ve sonra “geri döneceğimi” düşündüm. Temelde bir değişim yaratmayacaktı.
Erken dönem annelik anlatıların benim deneyimlediğim şeyle hiçbir ilgisi yoktu, yani ben değişmiştim. Değişmiştim, yeniden bağlanmıştım, başkalaşmıştım. Aynı zamanda – ve bu bir şoktu – tıpkı bebeğimiz gibi savunmasızdım.
O zamanlar hayal görüyor olmalıyım diye düşünmüştüm. Böyle düşünmem şaşırtıcı değil: 2010’lara kadar anne beyni hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyorduk ve annelik deneyimine ilişkin bilgimiz hala şaşırtıcı derecede az.
Yeni annelik bilimi bize pek çok kişinin hissettiği şeyi gösteriyor: Anne olmak batı toplumunun sandığından çok daha büyük bir mesele. Aslında, çocukluk ve ergenlikten sonra, bir insanın hayatında bu kadar dramatik psikolojik ve fiziksel değişime neden başka bir dönem yok.
Benim için her şeyi değiştiren kelime matrescence oldu. Anneliğe hazırlık süreci anlamına geliyor ve dünyadaki çoğu toplumda yeni anne olan kişiyi özel ayin ve ritüellerle desteklemek için var olan bir kavram. Batı toplumlarında bu geçiş sürecinin ihmal edilmesinin yıkıcı sonuçları olmakla birlikte, bu sürecin aydınlatılmasının çok önemli sonuçları olacaktır.
Birleşik Krallık’ta kadınların %20’si hamilelikte veya anneliğin ilk yılında ruh sağlığı sorunları yaşıyor. Bunlar arasında hafif ve orta ila şiddetli depresyon, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu ve psikoz yer alıyor.
Depresif dönemlerin görülme olasılığı, bir kadının hayatının diğer dönemlerine kıyasla annelik döneminde iki kat daha fazla olabiliyor. Bu oranlar, beyaz olmayan kadınlar, sağlık hizmetlerine erişim konusunda eşitsizliklerle karşı karşıya olan dezavantajlı sosyoekonomik gruplardaki kadınlar ve kayıp yaşamış kadınlar için çok daha fazla. İntihar, Birleşik Krallık’ta doğumdan sonraki altı hafta ile bir yıl arasındaki dönemde kadınlar için birincil ölüm nedenleri arasında.
Bu dönemde anne beyninin nöral esnekliği, bu dönemin hassas bir dönem olmasının nedenlerinden biri. Hamilelik boyunca hormon seviyelerindeki dramatik artış ve doğum sonrası yaşanan dramatik düşüş de bir diğer nedeni.
Bu yeni keşif alanı, annelerin ve bebeklerinin sağlığı üzerinde muazzam bir etkiye sahip olabilir. Bilim insanları hamilelik ve erken postpartum dönemde fizyolojik, hormonal ve sinirsel değişiklikleri hakkında ne kadar çok şey bilirse, bu süreçlerin psikolojik hastalıkları nasıl tetikleyebileceği ve doğum sonrası bakımı nasıl iyileştirilebileceğine ilişkin o kadar çok şey bileceğiz.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.
→ İlk Kez: Doğum Sonrası Depresyonu İçin Geliştirilen Hap ABD’de Onay Aldı
→ ‘Aramızda Kalmasın’: Doğum Sonrası Depresyon Kadınları Nasıl Etkiliyor?