2014’ten bu yana yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi bugün neden tartışmaya açıldı? KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu, tartışmaların çıkış noktasını ve KADEM’in tutumunu Milliyet’ten Ceyda Ulukaya’ya anlattı.
Son dönemde siyaset sahnesinin ana gündem maddelerinden biri olan İstanbul sözleşmesinden “çekilme” tartışmaları başta kadına şiddetle mücadele eden sivil toplum kuruluşları olmak üzere toplumun birçok kesiminde itirazlara neden oldu.
Bu itirazı dile getiren kuruluşlardan biri de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olduğu Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) oldu.
Milliyet’ten Ceyda Ulukaya KADEM Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Saliha Okur Gümrükçüoğlu ile KADEM’in İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tutumunu konuştu.
İstanbul Sözleşmesi Türkiye’de 2014 itibarıyla yürürlüğe giren bir sözleşme. O dönemin şartlarında hangi ihtiyaçlara cevaben hayata geçirildi?
Şiddet yeni bir problem değil, binlerce yıldır mevcut ve maalesef çok yaygın bir sorun. 2011’de ve öncesinde de olduğu gibi şiddet hep vardı. Fakat şiddetle mücadelede spesifik bir alana odaklanan böyle bir çalışma bulunmuyordu. İstanbul Sözleşmesi bu anlamda uluslararası arenada kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, aile içi şiddetle alakalı bir metin olması sebebiyle öncü bir çalışma. O dönemin sıkıntılarından yola çıkarak ihtiyaca binaen imzalanmıştır.
Bugün bu ihtiyaçların ortadan kalktığı söylenebilir mi?
Maalesef bunu söyleyemiyoruz. Kadına yönelik ve aile içi şiddet devam ettiği sürece, şiddetle mücadele etmeyi hedefleyen birtakım hukuki metinlere ve tavizsiz uygulamalara her zaman ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Diğer yandan, şiddet sadece yasa yapıp kanun çıkarmakla çözüme kavuşturulacak bir mesele değil. Şiddet konusunda zihniyetleri değiştirmek büyük önem taşıyor. Kanunlarla birlikte hareket ederek bu işin ekonomik, politik ve sosyal ayağını da takip etmeliyiz. Ancak bu şekilde ele aldığımızda bu mesele çözüme kavuşabilir.
İstanbul Sözleşmesi sayesinde elde edilen ve KADEM olarak en çok önemsediğiniz somut kazanım ne?
İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli çıktısı, şüphesiz kadına yönelik şiddetle ilgili çıkardığımız 6284 sayılı yasamız. Bu kanun şiddeti önleme noktasında sözleşmeden daha ağır yaptırımlar içermekte. O sebeple 6284 sayılı kanunumuzu çok önemsiyorum. Uygulamada bazı eksiklikler olmakla birlikte bu kanun sayesinde şiddet ve kadın cinayetleri konusunda dünyadaki pek çok ülkeye nazaran daha iyi bir yerde olduğumuzu söyleyebilirim. Elbette daha çok çalışmalı ve toplumdaki zihinsel dönüşümü hep birlikte sağlamalıyız.
2014’ten bu yana yürürlükte olan bir sözleşme sizce bugün neden tartışmaya açıldı?
İlk çıkış noktasını biz de bilmiyoruz, fakat ciddi bir provokasyon ve siyasi rant devşirme çalışması olduğu aşikâr.
KADEM’in başından beri, daha sözleşme ile ilgili hiçbir açıklamamız yokken, sözleşmenin imzacısı veya “yılmaz savunucusu” gibi gösterilmesi niyette bir bozukluk olduğunun göstergelerinden biri. Nafaka, velayet, erken evlilik vb konuların da, aslında ilgisi olmadığı halde sözleşme potasına sokularak adeta mevzi kazanma çabası da yine iyi niyetten uzak bir girişime işaret ediyor. Biz tüm bunlara rağmen bu provokasyonlardan samimi olan eleştirileri ayırma ve değerlendirme çabasında olduk.
Bir araştırma, toplumun yüzde 51’inin İstanbul Sözleşme’sine dair bilgisinin olmadığını ortaya koydu. Bununla birlikte Sözleşme’ye yönelik aile yapısını bozduğu ve eşcinselliği özendirdiği iddiaları ortaya atılıyor. KADEM’in bu iddialarla ilgili detaylı bir açıklaması da oldu. Konuyla ilgili tüm bu tartışmalar, Sözleşme’nin içeriği ve toplumdaki algılanışıyla ilgili size neler düşündürdü?
Tartışmalar metindeki bazı kavramlarla ilgili. Sözleşmenin 4. maddesinde geçen “cinsel yönelim” kavramı şiddetle mücadelede hiç kimseye ayrımcılık yapılmamasını, toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelime dayalı şiddetin ortadan kaldırılmasını amaçlıyor. Bağlama baktığımızda bu böyle yani. Üçüncü bir tür oluşturma ya da LGBT’yi hukuksal bir zemine oturtmak gibi bir hüküm taşımamakta. Zaten biz bu manada bundan 1 sene evvelki açıklamamızda Sözleşme’ye şerh düştüğümüz noktalar olduğunu açıklamıştık. İkincisi, dilimize “toplumsal cinsiyet” olarak çevrilen “gender” kelimesi. “Gender”, kültürün ve toplumların kadın ve erkekten beklediği roller anlamına gelir. Ve elbette bu beklenti her zaman adil bir şekilde cereyan etmez; çoğunlukla kadının aleyhine beklenti oluşturduğunu ifade etmek gerekir. Bu anlamıyla “gender” tabiriyle KADEM olarak bir sorunumuz yok. Ancak bu terimin hem cinsiyeti hem de aile yapısını bozduğunu iddia edenler oldu. Diğer bir eleştiri Sözleşme’nin 12. maddesiyle ilgili. Bu maddeyle ortadan kaldırılmak istenen, kalıp ön yargılar, kadını aşağılayan, onu ikinci sınıf olarak gören adetlerdir. Kan davaları, töre uygulamaları, namus cinayetleri vs… Bu maddenin amacı, gelenek ve göreneklerimizi ortadan kaldırmak değil, şiddeti olumlayan anlayışı ortadan kaldırmaktır.
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.