Uzun yıllar Boğaziçi’nde hocalık yapmış Prof. Dr. Binnaz Toprak, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eğitim anlayışını, kültürünü ve Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasına karşı yürütülen ‘kayyım rektör’ protestolarını değerlendiriyor.
Siz eğitiminizin önemli bir bölümünü yurt dışında tamamladınız, uzun yıllar Boğaziçi’nde de hocalık yaptınız. Türkiye’deki üniversite eğitimiyle karşılaştırıldığında idari, eğitsel, öğrenci-üniversite ilişkileri bakımından genel olarak Batılı ülkelerdeki eğitimin ayırıcı noktaları neler, oradaki üniversiteleri daha demokratik kılan nedir?
Evet, liseden mezun olduktan sonra hem lisans hem de doktora eğitimimi Amerika’da tamamlayıp, Türkiye’ye dönüp 32 yıl Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde hocalık yaptım. Sorunuza, rahmetli Vakur Versan hocadan dinlediğim bir anekdotla başlayayım. 1946 reformuyla üniversitelere tanınan özerklik konusunda bilgi toplamak üzere İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Sıddık Sami Onar başkanlığında bir heyet Oxford Üniversitesi rektörünü ziyaret eder. Heyete, konuşmaları tercüme etmek üzere Cambridge’de doktora öğrencisi olan Vakur Versan da dahil edilir. Oxford rektörüne yönelttikleri ilk soru üniversite yasasına ilişkindir. Rektör, böyle bir yasanın varlığından haberdar değildir. Sıddık Sami Hoca tercümede bir yanlışlık olduğunu düşünüp tekrar sorulmasını rica eder. Cevap aynıdır. Üçüncü kez sorulduğunda rektör, belki Kral John (1166-1216) zamanından kalma bir kuruluş beratı olabileceğini, bunu üniversitedeki müze müdürüne sormalarını önerir. Sıddık Sami Hoca koskaca bir üniversitenin nasıl olup bunca yıl bir yasası olmadan idare edilebildiğine şaşırıp kalmıştır.
“Düşüncenin sansürlenmesi üniversiteyi üniversite olmaktan çıkarır”
Sorunuzun cevabıyla ilgili bir ikinci anekdot ünlü Prof. Edward Said’in Columbia Üniversitesi’nde ders verirken, Filistin’den İsrail’e taş atıyor gözüken sembolik bir fotoğrafı yayınlanınca öğrencilerin bir kısmının görevine son verilmesini talep etmeleriyle ilgili. Öğrenci protestolarına üniversite yönetiminin verdiği cevap, düşünce özgürlüğünün tam da aykırı ve rahatsız edici her konunun tartışılabilmesiyle bağlantılı olduğu, düşüncenin sansür edilmesinin üniversiteyi üniversite olmaktan çıkaracağı ve Prof. Said’in görevine son verilmesinin söz konusu olmadığı idi. Herhalde söylememe gerek yok, bu olay olduğunda İsrail taraftarı Amerikan yönetiminden çıt çıkmadığı gibi, hiçbir basın yayın organınca ülkenin bir numaralı sorunu konumuna yükseltilmedi.
“Gece yarısı çıkarılan bir kararnameyle Boğaziçi’nin gelenekleri yok ediliyor”
Bu iki örnek sanırım Batı’daki üniversite anlayışını çarpıcı bir biçimde göstermekte. Hem devlet müdahalesinden ne denli uzak olduklarına hem de kendi kendilerini yönetmeye, üniversite özerkliğine ve akademik özgürlüğe nasıl sahip çıktılarına örnek. Türkiye’deki tüm üniversiteler hakkında konuşamam ama Boğaziçi öğrencileri, mezunları, hocaları ve çalışanları arasındaki üniversite anlayışının da bu olduğunu çok iyi biliyorum. Boğaziçi bugüne kadar bu anlayışı titizlikle koruduğu için ülkenin en iyi birkaç üniversitesinden biridir. Gece yarıları çıkarılan KHK’larla bu anlayış ve geleneğin yok edilmeye çalışılması karşısında gerçekten çok üzgünüm. Bundan kaybedecek olan ülkemizdir. Zekalarıyla, becerileriyle, çalışkanlıklarıyla, ileriye yönelik hayalleriyle bu toprakların dört bir tarafından Boğaziçi’ne gelmiş ve gelecek olan gençlerdir.
Boğaziçi Üniversitesi’ne yönelik elitist, tepeden bakan bir tutumu olduğu yönünde eleştirilere tanık oluyoruz. Elitizm eleştirileri sizce haklı bir temele dayanıyor mu? Kayyum atamasından bağımsız olarak Boğaziçi’ndeki eğitimin gözden geçirilmesi gereken yönleri olduğunu düşünüyor musunuz?
Elitizmden kastedilen Türkiye’nin elit tabakasının çocuklarının okuduğu bir üniversite ise buna katılmıyorum. Öğrencilerimizin çoğunluğu büyük fedakarlıklarla çocuklarını okutan orta sınıf ve ortanın altı ailelerden gelmekte. Yine bir örnek vereyim. Öğrencilerimden biri Diyarbakır’ın bir köyünden sekiz çocuklu bir ailedendi. Bütün imkansızlıklara rağmen Boğaziçi’ni kazanmış bu öğrencime dahi gözüyle bakıyordum. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren en önemli ilkelerinden biri, liyakat esaslarına bağlı kalmış olması ve bunun sonucunda geldiğiniz kökenden bağımsız olarak sınıf atlayabilmeniz olmuştur. Günümüzde bu ilkenin terk edilmesi ve liyakat yerine biat etmenin geçerli olması ülkenin geleceği açısından çok ciddi bir sorun, ama bu ayrı bir tartışma. Elitizm konusuna geri dönecek olursam, Boğaziçi öğrencilerini üniversiteye geldiklerinde elit olarak tanımlamak mümkün değil, ama mezun olduklarında evet, aldıkları eğitimle ve birikimleriyle ülkenin elitleri arasına katılıyorlar. Bunun bir üniversite için çok önemli bir misyon olduğunu düşünüyorum. Boğaziçi’nin hocaları da öyledir, çoğu orta sınıf kökenlidir. Ama onlar da, evet, lüks yaşamlarıyla değil, bilgi birikimleri ile Türkiye’nin elitleri arasında. Bu ülkede eğitimli elitlerin olmasının, elit yetiştiren üniversitelerin varlığının, ülkenin kalkınmasında ne denli önemli olduğu anlaşılmadıkça ileri gitmemiz imkansız. Kalkınmış bir ülke olmak otoyollar, köprüler, AVM’ler inşa etmekle olmuyor.
Sorunuzun ikinci kısmıyla ilgili şunu söyleyebilirim. Boğaziçi’ndeki eğitimin gözden geçirilmesi meselesi zaten hocalar ve üniversitenin yetkili kurumlarınca her zaman gündemde olan, tartışılan bir konudur. Boğaziçi bugünkü konumuna kendi iç dinamikleriyle bu ‘gözden geçirme’ sayesinde gelmiştir. Kendi kendini yönetme, değişime ayak uydurma konusunda bu denli başarılı bir üniversiteye müdahaleye neden itiraz edildiği, bu açıdan bakınca, açıktır.
Boğaziçi öğrencileri kendilerinden beklenmeyen bir tutumla İktidarın kayyum dayatmasına son derece onurlu bir şekilde karşı çıktı. Bu kararlı tutumun ve özgüvenin üniversitede verilen eğitimle yakından alakalı olduğunu düşünüyor musunuz? Nasıl bir eğitim veriliyor Boğaziçi’nde?
Bunu anlatmak gazetenizin sayfalarına sığmaz herhalde. Özetle, öğretim üyelerinin kapılarının her zaman öğrencilere açık olması; öğretim üyeleri ve öğrenciler arasındaki diyaloğun eğitimin bir parçası olarak nitelendirilmesi; öğrencilerin interdisipliner bir anlayışla kendi alanları dışındaki dersleri takip edebilmeleri; derslerde ve kampüste her konunun tartışılabilmesi; soru sormanın ve genel geçer görüşleri sorgulamanın ne denli önemli olduğunun vurgulanması; farklı kimlikteki ve siyasi görüşteki öğrencilerin biraradalığının getirdiği dinamizme değer verilmesi; kimsenin ötekileştirilmemesi; sayısız kulüp faaliyetleriyle öğrencilerin yeteneklerini geliştirebilmeleri; eğitim dili olan İngilizcenin yanısıra Kürtçe, Ermenice, Fransızca, İspanyolca, Arapça, Çince, Japonca gibi farklı dilleri öğrenmelerine imkan tanınması; bu tür bir eğitimin sonucunda dünyaya ve yeniliklere açık bireyler olarak hayata atılmaları. Boğaziçi’nde ders vermek dünyanın en zor işlerinden biridir. Derslerinizdeki öğrencilerin sizin vakıf olmadığınız ne çok konuyu bildiklerine şaşıp kalırsınız. Bir keresinde dersimdeki bir öğrencinin birikiminden çok etkilenmiş, bölümün araştırma görevlisine bu öğrenciden bahsederken üniversitenin değişik bölümlerinde okuyan ve bu öğrencinin de dahil olduğu bir grubun aralarında bir intenet sitesi kurup önemli felsefeci ve sosyal bilimcilerin fikirlerini tartıştıklarını öğrenmiştim. Batı’nın en iyi üniversitlerinde bile boş zamanlarını bu tür bir etkinliğe ayıran lisans öğrencilerine rastlıyamazsınız. Evet, özgüvenliler ve haklı olarak özgüvenliler.
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.