Gülseren Onanç
İtalyan yönetmen Roberto Benigni’nin oynadığı ve yönettiği Hayat Güzeldir (La vita è bella) filminde bir baba (Guido) Yahudi toplama kampına birlikte gitmek zorunda kaldığı üç, dört yaşlarındaki oğlunu dolapta saklar, ona kampta olan bitenleri bir oyun olarak anlatır ve oyunun kurallarına uyarsa güzel bir doğum günü hediyesi alacağını söyler. Alman askerlerinin talimatlarını bir oyunun kuralları gibi İtalyancaya çevirir. Guido, savaş ve zulmün hüküm sürdüğü bir kampın orta yerinde, küçük oğluna bir hayal dünyası kurar ve onu bütün kötülüklerden korur. Filmin sonunda baba bir Alman asker tarafından öldürülse de, küçük oğlan kurtulur.
Dünyada 3.3 milyon, Türkiye’de 44 binden fazla insanın öldüğü bu yüzyılın en zor krizinde zaman zaman Guido’yu düşünürüm. Onda var olan yeteneğe sahip olmayı; onca ölümün, şiddetin, eşitsizliğin, adaletsizliğin içinden bir umut hikayesi yazabilmeyi isterim. En anlamlı direnişi, geleceğe ilişkin umutlu hikayeler yazarak örgütleyebileceğimizi düşünürüm.
Bayramlar bize tam da böyle bir fırsatlar sunuyor. Ben kendi adıma dünyada her toplumun aşıya erişimi olduğu, herkesin onurlu bir yaşam sürecek refah düzeyine sahip olduğu, barışın hakim olduğu, serbestçe dolaşabildiğimiz, sevdiklerimize doya doya sarıldığımız dünyayı hayal ediyorum.
11 Mayıs günü İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasının 10. yıldönümüydü. Türkiye, Mart ayında sözleşmeden çekildiğini duyurmasına rağmen, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyen biz kadınlar, Sözleşme’nin 10. yılını sosyal medyada “#İstanbulSözleşmesi10Yaşında” ve “#Vazgeçmiyoruz” etiketleriyle kutladık.
Türkiye’deki bu direnişe hem Avrupa Birliği’nden hem de dünyanın çeşitli ülkelerinden destek geldi. Uluslararası Af Örgütü, “İstanbul Sözleşmesi’nin onaylanması çok önemli ve sözleşmenin korunması için uluslararası anlamda dayanışma gösterilmesi hayati önem taşıyor” diyor. Avrupa Konseyi’nin dönem başkanı Almanya’nın girişimiyle düzenlenen konferansta konuşan Konseyin Parlamenter Asamblesi Başkanı Rick Daems, “Türkiye’nin Sözleşme’den çıkması bizi uyandıran bir çalar saat oldu,” dedikten sonra Parlamenter Asamble’nin Haziran ayındaki toplantısının gündemini değiştirip, İstanbul Sözleşmesi’ne öncelik verdiklerini açıkladı.
Avrupa Kadın Lobisi Türkiye koordinasyonu düzenlediği toplantıda AB Parlamentosu ve Komisyonu temsilcileri İstanbul Sözleşmesi’nin savunulmasında Türkiye’deki cesur kadınların yanında olduklarını söylediler.
Bir dayanışma da Türkiye’deki 19 Büyükelçilikten geldi: Avusturya, Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, İspanya, İsveç, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zelanda Ankara Büyükelçilikleri İstanbul Sözleşmesi’nin 10. yıldönümünde açıklama yayınlayarak Sözleşme’den çekilme kararının iptal edilmesini talep etti.
İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlar, Türkiye’de demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği sağlamak üzere uluslararası alanda örgütlemeye çalışırken, Türkiye’nin gündemi maalesef çok başka yerlerdeydi.
Bir organize suç örgütü yöneticisi olan Sedat Peker bir tripod ve kamera ile derin devletin başı dediği Mehmet Ağar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve bazı medya temsilcilerine meydan okudu. Yayınladığı YouTube videolarını milyonlarca kişi izlemeye başladı. Bu videolarda anlatılanların bir kısmı, muhalefet milletvekilleri tarafından belgeler ile desteklendi. Bu videolar devletin ve onu elinde tutan iktidarın ne kadar yozlaşmış olduğunu ortaya koyuyor. Peker, devlete uzun zamandır hizmet ettiğini, yeri geldiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karısına ve kızlarını laf eden bir eski milletvekilini, o kişi gözaltında iken, kemiklerini avukatına kırdırdığını, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu Pelikancılara karşı koruduğunu ve benzeri birçok görevi devletin korumasında yaptığını söylüyor. AK Parti için mitingler düzenleyen, Barış İmzacıları için “kanlarında duş alacağız” diyen bu suç örgütü temsilcisine devlet tarafından bir koruma verildiğini de öğreniyoruz.
Devlet, siyaset, mafya ilişkisi, 25 yıl önceki Susurluk olayından beri ilk kez bu kadar açık seçik su yüzüne çıktı. Ama ne yazık ki biz suç şebekesinin yaptıklarını bir savcılık araştırmasıyla öğrenmek yerine, bir mafya yöneticisinden öğreniyoruz. Mehmet Ağar’ın sonradan özür dilediği sözler durumu ortaya koyuyor; hukukun boşluğunu mafya dolduruyor.
İnsanın içi acıyor, kızıyor, isyan ediyor. Şule Çet, Rabia Naz, Nadira Kadirova cinayetlerinin üstünü örten, delilleri yok eden, soruşturmayı engelleyen emniyet güçlerinin katiller ile işbirliği yaptığını biliyoruz. Türkiye’de her gün bir kadın öldürülürken, kadını şiddete karşı koruyan en kapsamlı uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkan iktidar, kadınların yaşamını sokaklardaki erkek mafyasının eline terk ediyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra şiddete uğradıkları gerekçesiyle karakollara başvuran kadınların talepleri reddediliyor.
Günlerdir İkizdere’de doğasını savunmak isteyen kadınların üstüne polis tarafından biber gazı sıkılırken, Cumhurbaşkanlığı Cengiz İnşaat’ı bir kamulaştırma kalkanı ile koruyor.
İktidarını korumak üzere, suç işlese de, şımarık erkek çocuklarını koruyan, kollayan devlet babanın toplumu nasıl çürüttüğüne tanıklık ediyoruz. Artık kadına, doğaya, yoksullara, işçilere, emekçilere, Kürtlere, LGBTİ+ bireylere, baskı ve şiddeti reva gören, hukuk yerine mafyayı koyan bu erkek egemen iktidarların sonunun yaklaştığını öngörebiliriz.
Bugün bayram.
Hayat Güzeldir filmindeki Guido’nun yaptığı gibi şiddet ve savaşın içinde bile gelecek güzel günleri anlayacak hikayeler anlatma zamanı. Bugünün en güzel hikayesi, hukukun üstün olduğu, vatandaşları arasında, kadın erkek, Türk Kürt, Sünni Alevi, benim partilim onun partilisi ayrımı yapmayan, demokratik bir Türkiye hikayesidir. Bu hikayeleri birbirimize anlatalım, eninde sonunda gerçek olacaklar.
İyi bayramlar!