Son yıllarda yazılmış önemli feminist distopyalardan biri olarak görülen XX adlı romanın yazarı, Angela Chadwick biyolojiye ve cinsiyete dair dayatmalara meydan okuyan kitabının hikayesini Artfulliving’e anlattı.
İngiliz yazar Angela Chadwick’in XX adlı romanı nisan ayında April Yayıncılık etiketiyle Habibe Çıkılıoğlu çevirisiyle yayımlandı. Roman kazandığı Polari ödülüyle dünya yayıncılarının radarına girmiş, Guardian’ın “Yılın Kitabı” seçkisine almasıyla da çoksatanlardan olmuştu. İki kadının erkek kromozomları olmadan çocuk sahibi olması fikrini odağına alan yazar Angela Chadwick, annelik, kırılgan erkeklik ve feminist distopya üzerine Artfulliving’e söyleşi verdi.
Romanınız birçok dilin ardından şimdi Türkçede. XX’in fikri nasıl doğdu, buradan başlayalım.
Fikir 20 yıl önce aklıma düştü. Biyoloji dersindeydim, üreme hücreleri konusu işleniyordu, iki yumurta hücresinin birleşip bir embriyo oluşturup oluşturamayacağını düşündüğümü hatırlıyorum. Yumurta hücrelerinin X kromozomları taşıdığını düşününce yalnızca dişi bebekler dünyaya gelebilecekti. Böylesi bir deneyin dünyayı nasıl dönüştürebileceğini hayal etmeye o günlerde başladım.
Yazma noktasına geldiğimde ikinci kışkırtıcı fikir ise medyadan geldi, lezbiyen kadınlarla ilgili haberlerin, yorumların verilme şekli mide bulandırıcıydı, en basit sağlık köşesinde bile tutturulan dilden rahatsızdım. Tüm bu gizli nefretin saklı nedenlerini düşünmeye başladım ve en basit hâliyle erkeğe ihtiyaç duymadan üreyebilecek olma olasılığının, ilişki biçimlerinin, dostluk ya da yakınlaşmaların erkek dünyası için ne kadar korkutucu sayıldığını gördüm. Peki ya üremek için erkeklere gerçekten ihtiyaç duyulmasa neler olabilirdi, böyle bir deney yapılsa ve iki kadın bu deneye dahil olsa neler yaşanırdı? XX bu sorularla ortaya çıktı.
Kutsal annelik kavramını satır aralarında işliyorsunuz. Kadının üzerindeki annelik baskısından karakterler de fazlasıyla nasibini alıyor.
Anlamlı, dolu dolu bir hayata giden birçok yol var ve annelik onlardan yalnızca biri. Hayatın amacı olarak anneliği görmenin zehirli olduğunu düşünüyorum. Batı kültüründe özverili anne kültürel olarak ideal olanı karşılıyor ve ben bunun tamamen karşısındayım. Kimliğimizi annelikle tanımlamamız isteniyor, geri kalan her şeyi bir tarafa koymamız bekleniyor, konu erkekler olunca ise böyle bir beklenti yok.
Türkiye’deki okurlarınızı selamladığınız kısa videoda XX’in bir yönüyle kişisel bir hikâye de olduğunu söylüyorsunuz.
XX’i otuzlu yaşlarımın ortasında yazmaya başladım, bir çocuk sahibi olup olmamak arasında gidip geldiğim bir dönemdi. Bir çocuğumun olması fikrine yakındım ama tüm arzu ve hırslarımı bir kenara bırakmak ve benden beklenen tamamen bir varlığa adanmak fikrinden de nefret ediyordum. Romanı yazarken aslında kendi annelik versiyonumu, kendi annelik biçimimi de anladım, beni ben yapan isteklerimi, ilgi alanlarımı koruyarak da anne olabilirdim. Sonunda kendi yolumdan gittim ve editörüme XX’i teslim etmemden çok kısa bir süre sonra çocuğumu kucağıma aldım.
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.