Gülseren Onanç
Ne zaman umutsuzluğa kapılacak olsam, Gezi’yi düşünürüm, umudum yeşerir. İsyankar baharın İstanbul’a arzı endam ettiği, ağaçların yeşile durduğu, lalelerin boy gösterdiği, güneşin sıcacık elinin bizi sarıp sarmaladığı zamanlardı. Ayaklarımızı yerden kesen Mayıs ayının sonu Haziran’ın ilk günleri. Damarlarımızda kanın deli deli aktığı, her an yeni bir aşka düşebileceğimiz zamanlardı.
Gezi Parkı’na Kışla yapılmasına, betonlaşan İstanbul’a, Kanal İstanbul projesine, Taksim meydanının 1 Mayıs’a kapatılmasına, artan polis şiddetine, Emek sinemasının yıkılmasına, vapurda sevgilimiz ile nasıl oturacağımıza, nasıl giyineceğimize, yaşam tarzımıza karışılmasına, yoksulluğa, adaletsizliğe “YETER” dediğimiz bir direniş başladı. Ansızın.
Bugün yurtdışında yaşamak isteyen gençlerimiz, Gezi’de memleketinin geleceğine sahip çıkıverdi. Hem de en yaratıcı, en kucaklayıcı şekilde. İstiklal’de yeryüzü sofralarında iftar açtık, omuz omuza halay çektik, boğazı geçtik yürüyerek, parklarda forumlar yaptık sorunlarımızı çözmek için. Dayanışma içinde, güzel İstanbul’umuza, güzel memleketimize demokrasiyi, eşitliği, adaleti getirebileceğimizi hayal ettik.
Gülen, dans eden, düşünen, yaratan, çalışan, kucaklayan, barışçıl bir hareket kime tehdit olabilirdi ki? Hatta o yaratıcı, birleştirici, kucaklayıcı direniş Türkiye’nin bir demokrasi hikayesi yazması için fırsat olabilirdi. Ama olmadı. Otoriter iktidar Gezi’nin bu “özgürlük” ruhundan korktu, onu düşmanlaştırdı, toplumu bölmek üzere kullandı. Hala devam eden davalar yolu ile Osman Kavala gibi sivil toplum temsilcileri hukuksuzca cezalandırılmaya devam ediyor.
Üzerinden sekiz koca yıl geçti. Sorunlar katlanarak büyüdü. İstanbul betonlaşmaya devam etti, Cumhurbaşkanı Kanal İstanbul projesine, İstanbulluların yüzde 70’i karşı çıkmasına rağmen, inadına yine bir Haziran günü başlayacağını söylüyor. Deniz salyası Marmara Denizi’ni ölümle tehdit ediyor. Pandemi bahane edilerek içki satışları engellenmeye çalışılıyor, Türkiye İstanbul Sözleşmesinden bir gecede geri çekildi, çürümüş devlet yapısının mafya ile ilişkisi korkutucu şekilde gözler önüne serildi, Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör atandı, Türkiye’nin AB müzakerelerinin sonlanması konuşuluyor, sekiz yıl önce 12,480 dolar olan kişi başı milli gelirimiz, 8,599 dolara düştü. Karamsar olmamız için çok nedenimiz var.
Ama ben ne zaman karamsarlığa kapılacak olsam, Gezi’yi düşünürüm. Sekiz yıl önce ansızın yeşeren o filizin, memleketin farklı yerlerinde yeniden, yılmadan nasıl da açtığını düşünürüm. Umutlanırım. İşte bu nedenle, Gezi’nin sekizinci yıldönümünde SES Eşitlik Adalet Kadın Platformu‘nda Gezi’yi anmak, anlamak ve hala yaşayan Gezi’nin örneklerini derlemek istedik.
Zira Taksim Dayanışması’nın bildirisinde de belirttiği gibi “Gezi Boğaziçi’ndeki gençlerdedir, aylardır her hava koşulunda rektörlüğe sırtını dönerek bekleyen akademidedir, İstanbul Sözleşmesi için tüm yurtta sokaklara çıkan, kolluk şiddetine rağmen pes etmeyen kadınlardadır. İkizdere’de haklarını savunan köylülerdedir. Parayı ve rantı tek değer olarak kabul edenlerin karşısında paylaşımı, tüketimin karşısında üretimi savunanlardadır.”
Kadınlar her yerde olduğu gibi Gezinin de ön saflarındaydı. Feminist avukat Hülya Gülbahar’ın deyimiyle, “Gezi Türkiye tarihinin en dişi direnişiydi.” Her yaştan ve kesimden kadınlar Gezi Parkı’nda, sokaklarda, barikatlarda, meydanlarda, forum alanlarında her yerde ve en önlerdeydi. 8 yıl önce yaşananları, o dönemde simgeleşen birkaç kadını anarak aktarmak istedik; Kırmızılı kadın, Siyahlı kadın, Mücella Yapıcı, Arzu Çerkezoğlu, Lobna Alaami, çocuklarına sahip çıkan annelerin zinciri, “sapanlı teyze” Emine Cansever’in hikayeleri cesaret veriyor.
Bir aydan fazla bir süredir devam eden ağacını, yeşilini savunan çoğunluğu kadın olan İkizdere direnişçilerinin hikayesi New York Times gazetesine haber oldu.
2019 da Demokrasi ittifakı ile seçilen İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu İstanbul Sözleşmesi’ne bağlı kalacağını açıkladı.
Boğaziçi Öğrencileri üniversite bileşenlerini atanmış rektör Melih Bulu gidene kadar bütün akademik faaliyetleri durdurmaya çağırdı.
Gezi’nin günümüze kadar yansıyan SES’ini duymak için Jilet Sebahat’in 5 Harfliler için derlediği şarkı listesini öneririm. Nüket Duru, Yıldız Tilbe, Aynur Doğan, Zeki Müren, Fairuz gibi sanatçıların kendi yaşamları, şarkıları üzerinden Gezideki hallerimize bir yolculuk olacak.
Akademisyenlerin Türkiye’den göç etmek istediği bir dönemde memlekete dönüp moleküler biyoloji ve genetik üzerine araştırmalar yapan bilim insanı Elif Nur Fırat Karalar Harvard Sabri Ülker Bilim ödülünü kazandı. Özlem Türeci gibi Elif Nur Fırat Karalar’ın başarısı Türkiye’nin adının yolsuzluklarla anıldığı bu günlerde bize çok iyi geldi.
SES Eşitlik Adalet Kadın Platformu aracılığı ile Türkiye’deki kadın hareketine destek olmak isteyen Birleşik Krallık Lordlar Kamarası İşçi Partisi üyelerinden Mary Goudie ile bir mülakat gerçekleştirdik. Belediye Meclis üyeliğinden, Lordlar kamarasına, İrlanda barış sürecinden uluslararası kadın dayanışmasına uzanan siyaset yolculuğundan mücadeleci bir kadın siyasetçi hikayesi çıkıyor. Mary İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ilişkin “İngiltere Hükümeti Türkiye hükümetine baskı yaptı. Diğer dünya liderleri de G-7 ve G-10’da baskı yapabilir” diyor.
Bu hafta Bir Aktivistin Gözü’ne takılan en heyecan verici hareket 23 yaşındaki tenisçi Naomi Osaka’dan geldi. Naomi, Roland Garros’tan, kaygısını tetikleyebileceğini söyleyerek basın toplantılarına katılmayı reddettikten sonra, turnuvadan çekildiği açıkladı. Kendini içedönük olarak tanımlayan, Amerika Açık turnuvasında “Siyahi Hayatlar Değerlidir” maskesi ile sahaya çıkan, 55 milyon dolarlık yıllık geliri ile Dünyanın en çok kazanan kadın sporcusu olan Naomi’nin bu hareketi çok anlamlıydı. Tenis gibi geleneksel, elit sporun içinden bir kadının hem de gücünün en tepe noktasında egemen çevrelere net bir mesaj verdi: Beni kontrol edemeyeceksiniz! Bu mesajın beyaz olmayan bir kadından gelmesi daha da anlamlıydı. Naomi’nin direnişi sistemin sorgulanması ve değiştirmesi gerektiğini savunanlara ümit verdi.
Mevsim bahar, aylardan Haziran, biz hala aşık olabiliyor ve hala sistemi değiştirebileceğimize inanıyorsak ve hala direniyorsak, ümit vardır, Gezi yaşıyor demektir.
O zaman Diren Ayol!