SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nde yaz stajı yapan lise öğrencileri, Lal Yücel, Defne Paker ve Ayşe Demirören sordu, Gençlik Görev Gücü temsilcisi olarak Nesiller Boyu Eşitlik Forumu’na katılan İlayda Eskitaşçıoğlu yanıtladı: Nesiller arası dayanışma ve gençlerin temsiliyeti toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde neden önemli? Gençlere ne gibi görevler düşüyor?
30 Haziran – 2 Temmuz tarihleri arasında Paris’te düzenlenen Nesiller Boyu Eşitlik Forumu, dünyanın dört bir yanından hükümetleri, feminist liderleri, gençleri ve değişim yaratanları bir araya getirdi.
Forum, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve kadın haklarını ilerletmek üzere büyük yatırımları, politikaları ve programları teşvik etmek için bir dönüm noktası. 26 yıl önce Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nu şekillendiren feminist hareketlerden ilham alan Forum, bu gündeme ivme kazandırmayı amaçlıyor.
Bu etkinlik, 6 Eylem Koalisyonu ve Kadın, Barış ve Güvenlik ve İnsani Eylem Sözleşmesi’nin önderlik edeceği beş yıllık bir yolculuğun da başlangıcı olacak.
Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde oluşturulmuş Nesiller Boyu Eşitlik Gençlik Görev Gücü temsilcisi olarak Forum’a katılan İlayda Eskitaşçıoğlu, Forumun nesiller arası dayanışmanın ve gençlerin temsiliyeti toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde neden önemli? Gençlere ne gibi görevler düşüyor?
Bu kez soruları SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği’nde bu yaz staja başlayan lise öğrencileri, Lal Yücel, Defne Paker ve Ayşe Demirören sordu, Eskitaşçoğlu yanıtladı.
Lal Yücel: Toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki çalışmalarınız ne zaman ve nasıl başladı?
Garip bir şekilde benim baya geç başladı. Sizlere göre çok daha geç yaşta toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarına başladım. Ben hukuk fakültesinde okurken toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı çalışmamıştım. Hukuk fakültesinden mezun olduğum sene, 2016’da Girls20 adlı bir programa seçildim, bu G20 zirvesinin genç kadınlar için olan bir versiyonu. O sene G20 zirvesine Çin ev sahipliği yapıyordu. Ben de burslu olarak Çin’e gönderildim. Orada toplumsa cinsiyet eşitliği ve kadın haklarına yönelik projelerin nasıl geliştirildiğini öğrenmeye başladım. Ben o programda çok şey öğrendim hatta kendimle biraz dalga geçerim, kendi feminist uyanışımı bulmak için dünyanın diğer ucunu gitmem gerekiyormuş diye. Çin’den döndükten sonra uzun süredir aklımı kurcalayan regl yoksulluğu ve regl tabusu konusunda bir şey yapmaya karar verdim ve Konuşmamız Gerek Derneği’ni kurdum. 2016 yıllarının son günleri 2017 yılının ilk günleri arasında kuruldu ve o zamandan bu yana da Türkiye’de regl yoksulluğu ve tabusu ile savaşmak için mücadeleye devam ediyoruz.
Lal Yücel: Nesiller Boyu Eşitlik Forumu’na katılım süreci sizin için nasıl gelişti? Ne tür zorluklarla karşılaştınız?
Ben 2019 yıllından beri Birleşmiş Milletler’in öncülüğünde oluşturulmuş Nesiller Boyu Eşitlik Gençlik Görev Gücündeyim. Bu görev gücü küresel bir görev gücü, dünyanın dört bir yanından 40 genç bir arada, her birimiz farklı bir bakış açısından toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili çalışıyoruz. Bazılarımız engelli hakları, bazılarımız HIV+ aktivizmi bazılarımız kadına yönelik şiddet odaklı olmak üzere hepimizin kendi alanları var. Biz farklı bölgeleri temsil ediyoruz Latin Amerika’dan Güneydoğu Asya’ya kadar, her yerde bir temsilcimiz var. Ben de bu görev gücünde Türkiye’den yer alan tek genç oldum. İki seneden uzun bir süredir bu Forum için çalışıyoruz.
Bu Forum için aslında Birleşmiş Milletler’in başlattığı “Nesiller Boyu Eşitlik” adında bir kampanyanın bir araya geldiği toparlandığı bir final etkinliği diyebiliriz. Ben aslında Gençlik Görev Gücü’nü temsilen katıldım. İki forum gerçekleşti, biri Meksika biri Fransa’da olmak üzere. Fransa ve Meksika hükümetleri ortaklaşa ev sahipliği yaptı. Meksika’daki tamamen çevrimiçiydi. Fransa’da da pandemi nedeniyle sınırlı sayıda insan davet edildi. Orada bulunarak gençlerin sesini, taleplerini, bu süreçte karşılaştığımız problemleri anlatmaya çalıştık. Bu süreçte yaşadığımız en ciddi sorunlardan biri elbette pandemi sebebiyle yaşadığımız ciddi seyahat kısıtlamalarıydı. Ne yazık ki örneğin Afrika’dan engelli aktivizmi savunan çok sevdiğim bir arkadaşım Fransa vizesi alabilmek için başka bir ülkeye seyahat etmesine rağmen vize alamadı. Bence onun sesi çok değerliğiydi. Benim yerime onun orada olmasını isterdim. Bence ciddi sorunlardan biri temsil sorunu oldu. Herkes ne yazık ki Avrupalılar kadar kolay seyahat edemiyor. Vize ve gerekli belgelerin alınması çok kolay değil. Temsil en ciddi problemlerden biriydi. Onun dışında orada olduğum için, hem Türkiye’yi hem de gençleri temsil ettiğim için mutluyum.
Lal Yücel: Bu forumun gelecek için hedefleri nelerdir?
Bu forum Meksika ve en son Paris forumları ile son verdi ancak bu forum 5 yıllık bir yol haritasının başlangıcı. Nesiller Boyu Eşitlik Kampanyası’nın bünyesinde 6 tane eylem koalisyonu belirlendi. Devletlerden, şirketlerden, sivil toplumdan ve gençlik topluluklarından liderler seçildi, temalar belirlendi ve yol haritası çizildi. Bu oluşturulan eylem koalisyonları ve liderleri önümüzdeki 5 yıl içerisinde toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı yatırımlar yapılacaklarına söz verdiler. Microsoft gibi bazı çok büyük şirketler, kendi şirketlerinin içerisindeki yapılanmayı daha adil ve daha eşit bir hale getirmeye, toplumsal cinsiyet eşitliği alanına hem maddi ve hem de sistemik değişiklikler yapmaya karar verdiler. Bu sürece ‘Act for Equal’ deniyor, yani Generation Equality sona eriyor ve bitişi ile birlikte ‘Act for Equal’ adında kalkınma planına benzer bir yol haritası çiziliyor. Bu 5 yıl içerisinde bu sözleri vermiş olan devletlerin, şirketlerin, sivil toplum örgütlerinin gerçekten bu sözleri tutup tutmadığını göreceğiz. Ama biz genç aktivistler olarak bunun takipçisi olacağız. Bu forumda çok ciddi sözler verildi, örneğin Gates Vakfı toplumsal cinsiyet eşitliğine milyarlarca dolar ayıracağına yönelik sözler verdi. Avrupa Birliği başta olmak üzere birtakım devletler de yine milyarlarca avroluk yatırımlar yapacaklarının sözlerini verdiler. dilerim bu sözler gerçekten tutulur ve bu maddi yatırımlar yapılır.
Defne Paker: Bu forum 6 temaya odaklanıyor, bu temalar neye göre belirlendi?
Bu temalar cinsel ve üreme hakları ve sağlığı ve beden bütünlüğü, iklim krizi ve iklim adaleti ve feminist mücadele, toplumsal cinsiyet temelli şiddet, feminist liderlik ve feminist hareketler, ekonomik haklar ve adalet ve teknoloji ve inovasyon. Neden 6 tema seçildi?
1995’te Çin, Pekin’de gerçekleşen Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nu Nesiller Boyu Eşitlik Forumu’ndan önceki en büyük politik feminist etkinlikti. Dünyanın dört bir yanından feminist aktivistler, devletler, organizasyonlar Pekin’de buluştular ve Pekin Deklerasyonu’nu yayınladılar.
Nesiller Boyu Eşitlik Forumu için Pekin Deklarasyonu’nda belirlenmiş temalar tekrar gözden geçirildi ve bu temların hangileri hala geçerli, hala en akut, hala en çok çözümlenmesi gereken, en acil konular olduğuna karar verildi. Pekin Deklarasyonu’nda 12 temel ilke vardı, bu 12 temel ilke 2020 ve 2021’in koşullarına göre gözden geçirildi ve bu 6 tema ortaya çıktı. Pekin Deklarasyonu’nun 2020’ye uyarlanmış ve derlenip toparlanmış bir versiyonu gibi düşünebiliriz. Mesela, artık dünyada 1995’e kıyaslandığında, yeni doğanların ve annelerin ölüm oranları çok daha düştüğü için, fakat öte yandan iklim krizi artık çok daha ciddi bir sorun olduğu için birtakım değişiklikler yapıldı. Öncelikli olmayan meseleler elendi, daha acil olan meseleler eklendi. Önümüzdeki 5 sene de bu alanlar üzerine çalışmakla geçecek.
Defne Paker: Bu forumun diğerlerinden farklı olmasının nedeni nedir?
Bu forumun diğerlerinden farklı olmamasının nedeni, sadece devletlerin yer almaması. Yani bu forum çok paydaşlı bir forum. Bu forum ilk defa hem devletlerin, hem çok uluslu şirketlerin, hem sivil toplum örgütlerinin, hem hayır kurumlarının, hem de gençlik örgütlerinin eşit düzeyde bir arada bulunduğu ve birlikte çalıştığı bir konferans. Normalde Birleşmiş Milletler öncülüğünde gerçekleşen konferanslarda tipik şekilde sadece devletlerin temsilcisi olan diplomatlar yer alır ve o devletlerin politikasını temsil eden birtakım konuşmalar yaparlar. Sonunda bir politik belge oluşturulur ve dağılınır. Bu sefer, sivil toplumun ve gençliğin çok çok güçlü olduğunu söyleyebilirim, hatta bence en güçlü paydaşlardan biriydi. Yani, bu forumu haretete geçiren, birlikte tasarlayan ve bu foruma liderlik eden en önemli paydaşlar sivil toplum ve en önemlisi de gençlikti. O bakımdan bence bu farklı bir forumdu ve ben bundan sonra da toplumsal cinsiyet eşitliği temalı konferanslarda buna benzer bir yapı izlenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Defne Paker: Dünyamızda kadınlara karşı eşitsizlikler bütün kadınları etkilese de, bundan en çok etkilenenler beyaz olmayan kadınlar. Bu forumda spesifik olarak onların yaşadığı sorunlara hitap eden konular var mıydı?
Bu bizim “kesişimsellik” olarak adlandırdığımız bir kavram aslında. Sadece beyaz olmayan kadınlar değil aynı zamanda örneğin engelli kadınların, LGBTİ+ kadınların, mülteci kadınların, silahlı çatışmaların ortasındaki kadınların, sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı kadınların yaşadıkları problemler çok daha ağır, çok daha katmanlı ve çok daha derin. Ben temsil açısından iyi bir çeşitlilik yakalandığına inanıyorum. Daha çok beyaz olmayan kadınlara kürsüde söz verildi. Fakat, kürsüde söz vermek bir şey, karar alma mekanizmalarında yer vermek, birlikte çalışmak başka bir şey. Bu forumda en azından sözü dinlenen, kürsüde konuşma yapmak için kendisine yer ve zaman verilen kişilerin çoğunlukla beyaz olmayan kadınlar, feministler olduğunu gördüm ve bu beni çok mutlu etti. Fakat, dediğim gibi böyle hoş, havalı bir panelde, 5 dakika konuşma süresi vermek eşitlik ve karar alma mekanizmalarında beyaz olmayan kadınların sorunlarını önceliklendirmek anlamına gelmiyor. İlk adımın atıldığını gördüm, artık sadece beyaz ve ayrıcalıklı kadınların konuşmalar yaptığı forumlar biraz geride kaldı bence ama ikinci adım, yani birlikte çalışmak, onların problemlerini önceliklendirmek ve kesişimselliği her adımda aklımızın bir köşesinde bulundurmak konusunda biraz daha alınacak yol var gibi geliyor bana.
#NesillerBoyuEşitlik Paris Forumu’ndan mesajımız var! ❤️ #İstanbulSözleşmesiYaşatır @yasemin_oz pic.twitter.com/wPQhbW0w19
— İlayda Eskitaşçıoğlu (@ilaydaesk) June 30, 2021
Defne Paker: Bu forumun en büyük etkisinin ne olacağını düşünüyorsunuz? En çok hangi grup insanı etkileyecek?
Bu forumda daha önceki forumlarda olmayan birtakım maddi sözlerin verilmesi beni etkiledi çünkü genelde uluslararası forumlarda, uluslararası konferanslarda sorunlar paylaşılır, “Evet, evet bu problemi çözmemiz lazım, gerçekten çok önemli bir problem” denilir fakat buna somut çözüm önerileri çok getirilmezdi. Bu Forum’da maddi bir taahhüt verilmiş olması gerçekten önemli. Hem devletler, hem özel şirketler tarafından belirli bir miktarda paranın vaat edilmiş olması en büyük farklardan biriydi.
Bu forumun Z jenerasyonunu etkileyeceğini düşünüyorum, çünkü genç aktivist temsilcilerin çoğu Z jenerasyonundandı ve onun dışında umut ediyorum ki gençlik örgütleri, özellikle yerelde çalışan, daha küçük gençlik örgütlerini etkileyecek. Çünkü bu fonların doğru insanları bulabilmesi ve yerele ulaşabilmesi için gençlik örgütlerinin daha fazla fonlanması sık sık dile getirildi. Gates Vakfı da özellikle bu konuya önem vereceğini söyledi, dolayısıyla Z jenerasyonu ve gençlik örgütlerinin en olumlu yönde etkileneceğini düşünüyorum.
Defne Paker: Bu forumun gelecekte etkili olması için özellikle gençler olarak biz neler yapabiliriz?
Çok güzel bir soru. Birincisi şöyle, siz sanırım hepiniz Z jenerasyonusunuz, ben de “millenial” ama z jenerasyonunu ucundan kaçırmış bir yaştayım. Z jenerasyonu, başta iklim krizi olmak üzere toplumsal adalete dair konularda oldukça kuvvetli fikirleri olan, zaten çok aktif bir jenerasyon. O yüzden “yeni nesil çok apolitik” derler ya, ona asla inanmıorum: Z jenerasyonunun kesinlikle feminist mücadeleyi sahiplenmesi gerektiğine inanıyorum, ki zaten sahipleniyosunuz da.
Başka önemli bir konu da şu. Feminist mücedele içerisinde çalışırken, üst nesillerden hoşumuza gitmeyen birtakım muamelelerle karşılaşabiliriz. Ne gibi? Gençlerin, “tokenism” dediğimiz, sadece sembolik olarak çağrılması, söz verilmesi ancak sadece ve sadece tatlı ve bol enerjili, yüksek enerjili bir konuşma yapıp orada olduğu için minettar olup, çok ses çıkarmamasının beklenmesi gibi birtakım davranışlarla karşılabiliyoruz. Ben ileride karar alma mekanizmalarına geldiğim zaman, mutlaka sizlerin de benimle birlikte o karar alma mekanizmalarında yer almanızı sağlamalıyım. Siz de aynı şekilde sizden sonra gelen alfa jenerasyonuna bu şekilde davranmamalı, herkes sırasını beklesin değil de, hep beraber karar alma mekanizmalarında yer alalım prensibiyle hareket etmemiz gerekiyor.
Yine bence en önemli şeylerden biri, erkek arkadaşlarınızı da bu mücadeleye dahil etmeniz gerektiği. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve femisinist mücadele bir kadınlar kulübü meselesi asla değil, bu bir toplumsal adalet meselesi, bunun için erkek arkadaşları da mutlaka bu mücadelenin bir parçası haline getirmemiz ve bizim yanımızda olan paydaşlar ve kuvvetli rol modelleri yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Eda Doğançay: Forum boyunca nesiller arasındaki iletişim sence nasıldı ve her nesil eşit şekilde temsil edildi mi?
Nesiller boyu eşitliği ve nesiller arası dayanışmayı genç nesiller olmadan yapmak pek mümkün değil. Şunu söyleyebilirim iki yıllık hazırlık süreci boyunca, yolun başından şu ana kadar çok ciddi bir yol kat edildi. Örneğin, Gençlik Görev Gücü’nün ısrarlı talepleriyle her bir eylem koalisyonuna mutlaka bir gençlik temsilcisi örgütün eklenmesi sağlandı. Bunun dışında, Nesiller Boyu Eşitlik Forumu’nun ‘core group’ denilen bir yönetim kurulu var, bu yönetim kuruluna oy hakkı olan bir gençlik temsilcisinin eklenmesini sağladık. Gençlik örgütleri dönüşümlü olarak bizi temsil ediyor. Bu gibi yapısal değişiklikleri başardık. Ama günün sonunda Paris’te gerçekleşen Nesiller Boyu Eşitlik Forumu’nda, örneğin kapanış konuşmasında, devlet başkanları ve çok uluslu şirketlerin CEO’ları konuşma sürelerini çokça aşarak, çok uzun konuşmalar yaptılar ve sıra gençlik temsilcilerine ve onların konuşmalarına geldiği zaman süre kesildi. Yani, günün sonunda şunu görüyoruz ki yine kaynaklar ve zaman sıkıntısı yaşandığı zaman ilk feragat edilen grup yine genç aktivistler oluyor. Bu da bize şunu gösteriyor: Evet her ne kadar orada pek çok genç aktivistin yer almasını sağlamış olsak da, zihniyetin ve yaklaşımın değişmesi için kırk fırın ekmek yemek gerekiyor.
Ne zaman bir genç aktivist konuşsa, alkışlar patlıyor, devlet başkanları ayağa kalkıp alkışlıyor, inanılmaz bir coşku oluyor. Fakat konu birlikte hareket etmek ve birlikte karar almaya geldiği zaman gençlere yine “siz biraz sıranızı bekleyin, önce bir büyükler konuşsun, daha sonra size danışırız” benzeri bir tavır olduğunu biz gözlemledik Gençlik Görev Gücü olarak. Evet, hayal kırıklığına uğradık kesinlikle ama değişiyoruz, dönüştürüyoruz sistemi. Daha önce herhangi bir başka uluslararası forumunun yönetim kurulunda oy hakkı olan genç temsilcilerin bulunduğu görülmemişti örneğin, bu büyük bir başarıdır. Yavaş yavaş dönüşüyor ama nesiller boyu eşitliği, nesiller arası dayanışmayı tam anlamıyla kurabildik mi dersek, cevabım hayır olur. Yine de çok olumlu değişimler görüyorum ve bu beni çok umutlandırıyor açıkçası.
Ayşe Demirören: Sizce teknolojik gelişmeler toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini nasıl etkiledi?
Öncelikle olumlulardan başlayayım ben çünkü ben bu konuda pozitifim. Elbette sosyal medya online şiddeti, online tacizleri vs. artırdı fakat teknolojinin gelişmesi ve sosyal medyayı artık bu kadar hayatımızın göbeğinde kullanıyor oluşumuz bizim mücadelemizi ve yaptıklarımızı duyurmamız için çok büyük bir şans oldu. Örneğin, hani çok gururla bir parçası olduğum “Kadın SES’i Elçileri” projesinde de kadınların sesini sosyal medyada yükseltmek üzerine çalışıyoruz çünkü bunun gücüne inanıyoruz. Ayrıca, bir hukukçu olarak söylemeliyim ki, kadın cinayetleri konusunda sosyal medyada ciddi tepki toplayan davaların daha çok sahiplenildiği ve başarı oranının artığtını görüyoruz. Yani aslında feminist örgütlenme için sosyal medya ve teknolojiyi kullanmak çok büyük bir şans bizim için. O yüzden ben feminist örgütlerin, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan insanların bu şansı çok iyi şekilde değerlendirdiğine inanıyorum. Teknoloji bizim işimize bu şekilde yarayabilir.
Bununla birlikte, örneğin yapay zekada toplumsal cinsiyet önyargılarının olduğunu biliyoruz. Google Translate’e “O bir doktor” yazdığımız zaman doğrudan “He is a doctor” diye çevirmesi ya da “O çok mutlu” yazdığımız zaman “He is very happy” diye çevirmesi örneğinde olduğu gibi aslında insan eliyle yaratılan yapay zekaya ne yazık ki toplumsal cinsiyet eşitliği önyargılarımız da aktarılmış olduk. Ya filtrelemeler, stratejik pazarlama alanında stereotipler ve önyargıların sürekli karşımıza çıkması gibi sorunları da saymak mümkün. Bunlar ciddi problemler ama dönüştürülebilir. Peki nasıl? STEM alanında sadece ayrıcalıklı ve beyaz adamların tasarladığı programlarda bu tarz önyargıların olması biraz kaçınılmaz. Bu yüzden yapay zeka geliştirmede, sosyal medyada ve sistemlerin tasarlanmasında daha fazla kadının yer almasının çok önemli olduğuna inanıyorum.
Öte yandan teknoloji ve inovasyonun şöyle de bir gerçekliği de var. Özellikle pandemi döneminde yaptığımız her şey neredeyse Zoom üzerinden ve internet erişimiyle yaptık fakat dünyada milyonlarca insanın internete erişimi olmadığını, özellikle kırsal kesimde yaşayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini en şiddetle deneyimleyen insanların internete erişimi olmadığını, bu tarz örgütlenmelerden haberi olamayacağını, örneğin finansal alanda çok ciddi katkılar sağlayabilen online bankacılık gibi hizmetleri kullanamadığını da göz önünde bulundurmak lazım. Hepimiz internetteyiz, hepimiz çevrimiçiyiz, hepimiz Zoom’dayız ama bir boş sandalyenin olduğunu unutmamak lazım. O boş sandalye de burada olamayan, online olarak bağlanamayan, bu hareketten bile haberi olmayan milyonlarca insanı temsil ediyor. O yüzden teknoloji ve inovasyon alanında hem daha fazla kadının tasarım ve yapım sürecine katılması hem de teknoloji ve inovasyonun herkes için erişilir olmadığını göz önünde bulundurarak düşünmek lazım.
Ayşe Demirören: Kadınlara ve kız çocuklarına dijital dönüşüm ve inovasyon konusunda güçlenmek için ne gibi fırsatlar sunulabilir?
Birincisi, internet erişimini kamusal alanlarda yaygınlaştırmak çok fayda sağlar. İnternet kesintisi olan, internet sıkıntısı olan ve bu sebeple online eğitimini sürdüremeyen yerlerde ilk olarak feragat edilen kız çocuklarının eğitimi. Bu çok önemli bir problem dolayısıyla internete erişimin bir insan hakkı olduğunu kabul ederek özellikle kadınlar ve kız çocukları için internetin daha erişilebilir kılınması gerektiğine inanıyorum.
İkincisi, dijital okuryazarlık. Dijital okuryazarlıktan kastım gerçekten herkesin kod yazabilmesi değil. Örneğin kadınlara internet bankacılığını nasıl kullanılabileceğini öğretirsek, ekonomik bağımsızlığı için çok ciddi katkılarda bulunabiliriz. Biz teknolojinin içine doğmuş bir nesiliz, ama herkes için o kadar anlaşılabilir, o kadar kolay kullanılabilir şeyler değil. Özellikle dijital okuryazarlığın kadınlara ve kız çocuklarına daha ulaşılabilir kılınması gerektiğine inanıyorum. Bunu sadece devletten beklememek gerektiğine de inanıyorum. Pazarlamaya yardımcı olacak ve sürekli övülecek sosyal sorumluluk projeleriyle değil de gerçekten bu konuya önem veren, değer veren şirketlerin, özel sektör temsilcilerinin de bu konuya el atabileceğini ve ciddi katkıları olabileceğini düşünüyorum.
Lal Yücel: Toplumsal cinsiyet eşitliliğini sağlamak adına ülkemizde ve dünyada neler yapılmalı?
Klişe cevaplar vermemeye çalışacağım. Eğitim ve kadınların ekonomik bağımsızlığı gibi hepimizin bildiği ve kesinlikle geçerli olan cevaplardan uzak durmaya çalışacağım. Birincisi ben fonlamalara yatırılan paraların nerelere yönlendirildiği konusunda ciddi değişiklikler yapılması gerektiğine inanıyorum. Artık feminizm ve toplumsal cinsiyet eşitliliği eskisine göre daha çok konuşuluyor buna şüphe yok, fakat değişimi daha çok görmek için bu yatırılan ve bu sözleri verilen paraların gerçekten değişim yaratabilecek paydaşlara ulaştığından emin olmamız gerekiyor. Ben özellikle daha küçük ve yerel feminist kolektiflerin, gençlik örgütlerinin bu fonlara daha çok erişimi olması gerektiğini düşünüyorum. Kendi tecrübelerimden öğrendiğim kadarıyla, yerelde çalışan feminist kolektiflerin ve gençlik örgütlerinin sahada daha büyük farklar yarattığına ve toplumsal cinsiyet eşitliliği hakikaten değişim yaratabildiklerine inanıyorum. Problem şu ki, bu fonlar genellikle şirketlerin sosyal sorumluluk projelerine veya devletlerin çok da işler olmayan birtakım projelerine aktarılıyor. Bunun yerine bu fonların daha erişilebilir olması gerektiğine inanıyorum.
Bunun yanı sıra, feminist mücadelede erkeklerin de bizimle birlikte yer alması gerektiğine inanıyorum. Artık sadece kadınlardan oluşan salonlarda konuşmak ve sürekli birbirimizi onaylayıp, birbirimize kafa sallamaktan bir adım öteye geçmek gerekiyor. Bunun için erkek feminist rol modellerin belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. HeForShe ile bu bir nebze mümkün kılındı ama ben yine Generation Equality başta olmak üzere bu tür toplantılarda sadece ve sadece kadınları görüyorum.
Son olarak feminist koalisyonları LGBTİ+ hareketinden bağımsız düşünemeyiz. Dolayısıyla LGBTİ+ hareketini dışlayıcı bir feminizmin asla ve asla gelecekte etkili olabileceğini düşünmüyorum. Bu soruyu 3 saat cevaplayabilirim sanırım. Türkiye odaklı düşünürsek de bence en önemli, en acil, en akut çözmemiz gereken problem toplumsal cinsiyet eşitliği temelli şiddet ve kadın cinayetleri elbette. Önce yaşamalıyız ki mücadeleye devam edelim. Tabii ki benim en önemli isteklerimden biri, İstanbul Sözleşmesi’ne geri dahil olunması ki çekilme kararı hukuki bakımdan da oldukça sorgulanabilir bir karar. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hatasından bir an önce geri dönülmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Ayşe Demirören: Ben de şöyle sorayım. Dünyada devamlı eşitliliği sağlamak için sizce nelerden vazgeçmeliyiz?
Hep neler yapabileceğimiz üzerinde konuşuyoruz aslında, o yüzden güzel bir soru oldu bu Ayşe. Sanıyorum eski sistemlere bağlılıktan vazgeçmeliyiz. Yani sistemlerin dönüşüme, değişime biraz daha açık olması gerekiyor diye düşünüyorum. “Bu böyle gelmiş böyle gider” zihniyeti devam ettikçe, toplumsal cinsiyet eşitliğini gerçek anlamda deneyimleyemiyor.
olacağız. Politikacılar dediğimiz zaman karar alıcılar, siyasetçiler dendiği zaman aklımıza biraz tombul, orta yaşlı, takım elbiseli adamlar gelir. Kafamızdaki bu imajı değiştirmemiz ve dönüşüme ve değişime daha açık olmamız lazım. Karar alma mekanizmalarında daha farklı insanlar, görmeye alışık olmadığımız yüzler gördükçe karar alma mekanizmalarının çok daha kapsayıcı, çok daha çeşitli bir hale geldiğini göreceğiz.
Onun dışında sürdürülebilirlik gerçekten çok önemli bir konu. Kkolojik sürdürülebilirlik ve iklim krizi ile toplumsal cinsiyet eşitliğinin nasıl birleştirileceği üzerine kafa yoruyorum son zamanlarda. Bu alanda da ciddi adımlar atmamız gerektiğine inanıyorum.
Ataerkil yapılardan, ataerkil düzenlerden artık vazgeçmemiz, onları terk etmemiz lazım çünkü son kullanma tarihlerinin geldiğini düşünüyorum. Artık daha farklı bir dönemde yaşıyoruz. Ataerkil sistemlerin daha güvenilir, daha geleneksel, daha güven uyandıran sistemler olduğu fikrinden vazgeçmemiz lazım.
Ayşe Demirören: Sizce pandeminin cinsiyet eşitsizliği üzerinde nasıl bir etkisi oldu?
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, pandemi sürecinde ev içi şiddetin, kadına yönelik şiddetin “görünmez pandemi” olduğunu ilan etmişti. Özellikle Covid-19 sürecinde evlere kapanıldı ama ev herkes için güvenilir bir alan değil.
Karantina süreçlerinde kadına yönelik şiddetin patlama yaptığı pek çok ülkede raporlandı, Türkiye’de dahil olmak üzere. Çok ciddi şekilde vakalar ve ihbarlarda bir artış olduğu gözlemlendi.
İkincisi, özellikle çalışan kadınlar için ev içi yükün çok orantısız şekilde arttığını söyleyebiliriz. Mesela ben şu an doktora öğrencisiyim ve akademide Covid’in etkileri üzerine geçen gün bir yazı okudum. Kadın akademisyenlerin, özellikle ev içi bakım sorumlulukları olan, çocuğu olan anne akademisyenlerin pandemi döneminde ciddi şekilde yayın yapamadığını gördük çünkü artık ev ve ofis alanları birleşti. Evde, okula gidemeyen ve eğlendirilmesi gereken veya eğitimini düzenli devam etmesinin sağlanması gereken çocukların olduğu bir ortamda bir kadının hem iş sorumlulukları hem de ev içi bakım sorumluluklarını bir arada yürütmesi cidden zor ve bu zihinsel sağlıklarına da çok ciddi şekilde etki ediyor. Bunu da tabii ki dönüştürerek ve artık ev içi bakım sorumlulukların sadece kadının üzerine yüklendiği bir düzenden, bütün ebeveynler ya da ev içerisinde yaşayan ibütün partnerlerin ev içi sorumlulukları birlikte üstlendikleri ve paylaştıkları bir düzene geçilmesi lazım.
Bir de doğal olarak devletler bütçelerinin büyük bir çoğunluğunu sağlık programlarına ve Covid-19 iyileşme programlarına yönlendirildi. Ne yazık ki özellikle bir kriz çıktığı zaman bütçesi ilk kesilen, toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışan kurumlar oluyor. Örneğin, feminist örgütlerine verilebilecek fonlar anında Covid-19 yardımı ya da Covid-19 kriz çözümü merkezlerine yönlendirildi ve maddi anlamda ciddi sıkıntılar oldu.
Bir diğer etkisi de gösteri ve protesto hakkı üzerinde oldu. Dünyanın dört bir tarafında, örneğin Polonya’da anayasa mahkemesinin kürtaj kararı zamanında da normalde kadınların sokağa çıkıp hakkını arayabileceği, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabileceği zamanlar değişti ve artık sadece ve sadece online olarak örgütlenebiliyoruz. Online örgütlenme hakikaten çok güçlü ama artık sokaklara çıkıp rahat bir şekilde yürüyüş yapamadığımız, gerçek hayatta örgütlenemediğimiz bir gerçekliğe adapte olmaya çalışıyoruz. Bu da biraz zor oldu. Yani eskisi gibi toplantılarda birbirimizi göremiyoruz, birbirimizle konuşamıyoruz, yürüyüşe çıkamıyoruz.