Afganistan’ın Taliban’ın yönetimine geçmesinin, kadın hareketlerini hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştırdığını ifade eden Doç. Dr. Zehra Yılmaz, Türkiye’yi de odağına alarak yeni nesil İslami örgütlerin kadınlara bakışını ve kadın direnişinin yeni parametrelerini anlatıyor.
Afganistan’da Taliban’ın iktidara gelmesiyle ülkede 20 yıllık bitmeyen savaşın en zarar gören kesimi olan kadınların geleceği Taliban yönetimi altında hala belirsizliğini koruyor.
Taliban’ın ‘Biz değiştik’ söylemlerine karşın kadınlara yönelik uygulamalarından çok sayıda hak ihlali haberi geliyor.
Küreselleşen İslam üzerine uzmanlaşan Doç. Dr. Zehra Yılmaz, Afganistan’daki son gelişmeler ve yeni nesil İslami örgütlerin kadınlara bakışıyla ilgili Bianet’e konuştu.
Afganistan’da kadınların 20 yıllık bir deneyimi, kazanımları ve uluslararası bağlantıları olduğunu ve bunların hemen silinmesinin mümkün olmadığını ifade eden Yılmaz’a göre, Taliban’ın üzerinde ciddi bir baskı hissedeceği kesin:
“2001 yılında NATO, Afganistan’a müdahale ederken “burkalı kadınları özgürleştireceğiz” diyordu. Bugün değiştik diyen Taliban “Burkadan asla taviz yok” diyor. Kadınlara tanıyacağı hakları da yine Şeriat hukuku çerçevesinde tanıyacağını söylüyor. Bu durumda doğrusu “biz değiştik” demek çok inandırıcı görünmüyor. Afganistanlı kadınlar da zaten inandırıcı bulmadıkları için oldukça kaygılı.
Bir “değişim” olacaksa da sadece bazı sınırlı alanlarda olacak gibi görünüyor. Örneğin doktorluk gibi mesleklerde kadınların istihdam edilmesinin teşvik edilmesi, özellikle doğum anında kadın ölümlerini azaltmak üzere kadınlara açılacak alanlar olabilir.
Aslında bu sorunu, Afganistan’da Taliban sonrası yönetim de aşamamıştı. Yüzde 75’inin kırsalda yaşadığı ülkede, doğumların üçte ikisinin de evlerde gerçekleştiği biliniyor.
Afganistan’da 2019 verilerine göre, hamilelik ve doğum sırasında yılda ortalama 4500 kadın ölüyor ve 13 çocuktan biri 1 yaşına gelmeden hayatını kaybediyor. Bir ihtimal bu tür sorunları daha fazla kronikleştirmemek üzere belli mesleklerde kadınlara belli oranlarda alan açılabilir, ancak bugünkü Afganistan’da kadınların karşı karşıya olduğu özgürlükler ve haklar sorunu çok daha büyük.
“Afganistan’ın Taliban’a devri kadın hareketlerini hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştırdı”
Yılmaz, kadınları ‘kurtarmak’ üzere Afganistan’ı işgal etmiş olan ABD tarafından, yönetimin yeniden Taliban’a devredilmesiyle, kadınların ne Batı’ya ne de İslamcı erkeklere güvenemeyeceğinin bir kez daha teyit edildiğini ifade ediyor:
“Her iki rejimin de kadınları nasıl araçsallaştırdıkları bir vaka. Bu aşikar durumun en erken sonucu kadınların hızla küresel düzeyde kadınlarla dayanışma ağlarını çalıştırmasını sağladı. Türkiye’deki EŞİK Platformu da bunun öncülüğünü üstlenen örgütlerden biri oldu. Taliban yönetimi devralır almaz, Afganistan’dan muhalefet olarak yükselen ilk ses kadınlardan geldi.
Seraj Mahboub’nun Taliban’a yönetim geçmeye başlayınca bütün dünya liderlerine yönelik “utanın” feryadı tüm dünyada yankılandı. Bu çok önemliydi. Zira 2010’dan bu yana otoriterleşen sadece İslamcılar değil, Avrupa’da, Amerika’da da bu otoriterleşme hızla yükseliyor. Bu nedenle kadınların ortak mücadele zemininde otoriter rejimlere karşı mücadele gün geçtikçe öne çıkıyor. İdeolojisi ya da coğrafyası ne olursa olsun en nihayetinde, otoriter rejimler kadınları, lgbt+’ları eziyor. Bence Afganistan’ın Taliban’a devri kadın hareketleri hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştırdı.”
Kadınlar için direnişin iki meselesi
Kadınların Taliban’a direnişte nerede ve nasıl yer alacağı sorusunu cevaplamak için Taliban’ın ne yapacağını net ortaya koyması gerektiğini ifade eden Yılmaz’a göre kadınların direnişini iki mesele belirleyecek:
“Nihayetinde iktidarın sertliği, direnişi de sertleştirecektir. Ama kadınlar açısından direnişi belirleyecek iki meseleden bahsetmek mümkün. Birincisi Afganistanlı kadınların kendi iç dinamikleri. Bunun iki boyutu var biri Afganistan’da kalan kadınlar, diğeri ise Afganistan’ın dışına çıkan kadınlar. İkisi arasındaki dayanışmanın nasıl olacağı çok önemli. Direnişin niteliğini değiştirecek bir etki yaratılabilir.
Diğer bir mesele de Afganistan’ın özellikle de genç erkeklerinin kadınları, çocukları geride bırakarak silah bırakması ve ülkeden kaçması. Bu, Ortadoğu’da erkekliğe atfedilen tüm değerleri altüst eden bir imgeydi.
‘Koruyucu erkek’ modeli çöktü. Milliyetçi söylemde ulusal çıkar ve kadın hareketi arasında daima gerilim yaratılmıştır. Bu anlamda hep kadınlardan “fedakarlık” talep etmiştir ulusun “koruyucusu” erkekler. Ancak, Afganistan örneği bu fedakarlığı talep eden erkekliğin yıkıldığını ortaya koydu. Bu yıkımın Taliban’a karşı direnişte kadınlara alan açması muhtemeldir.”
İslam’ın müzakere edilebilir, ‘ılımlaştırılabilir’ bir özne olmaktan çıktığını ifade eden Yılmaz, ister radikal, ister ılımlı olsun, kadın meselesinin islamcı hareketlerde gerilimin merkezinde durdurduğunu söylüyor:
“İslamcılık her ne çeşidi olursa olsun, en nihayetinde ontolojik olarak batıcılığa karşı bir ideolojidir.
Afganistan müdahalesinde de gördük ki, batılılar da İslam’ı dönüştürürken kadın meselesine ayrı bir anlam veriyor, İslamcılar da buna direnirken kadın meselesine ayrı bir anlam veriyor. Bu dikotomi sürekli birbirini üretiyor.
Kadın hakları konusunda özgürleştirici bir politika benimsemek Müslüman Kardeşler’in de iktidara geldiği dönemde, batıyla müzakeresinde en dirençli olduğu konulardan biri olmuştu. Sizin son dönem diye tanımladığınız zaman dilimi muhtemelen 2000 ile 2010 arası olarak sınırlandırabileceğimiz “ılımlı İslam” tartışmaları çerçevesinde İslam’da kadın hakları bağlamında yapılan tartışmalara alan açıldığı dönemin ertesi.
Aynı dönemde, İslamcı gelenekten gelen AKP de, yönetiminin ilk dönemlerinde batıyla müzakeresinin bir parçası olarak Türkiye’de kadınları güçlendirici yasal değişikliklerin önünü açtı. 2001 yılında Medeni Kanun’da yapılan değişiklikler Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir ülke için oldukça iyi bir gelişmeydi. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamak da bu müzakerenin bir parçasıydı.
Ama 2010 sonrası, özellikle de Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidar yenilgisi, ardından bölgede IŞİD gibi radikal bir örgütün yükselişi batı için İslam’ı müzakere edilebilir, ‘ılımlaştırılabilir’ bir özne olmaktan çıkardı.”
AKP: Ilımlı İslam’dan otoriterleşmeye
Türkiye’de AKP’nin yıllar içerisinde kadın haklarıyla ilgili tutumunu,”İslamcı gelenekle bağlar olduğunda kadın meselesi ‘ılımlı’ olsalar dahi İslamcıların yumuşak karnı olarak devreye girdi” diyerek özetleyen Yılmaz, geçtiğimiz 20 yılı şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de de 2000’li yıllarda yükselen kadın hareketine bağlı olarak İslamcı kadınlar da güçlenmiş ve çeşitlenmişti. AKP’nin iktidar olmasında İslamcı kadınların desteği de önemliydi.
Ama Türkiye için de otoriterleşmenin İslamcı kadınları da içerecek biçimde genişlediğinin en önemli işareti bence KADEM’in kurulmasıydı. Çünkü otoriter rejimler, kendisiyle aynı ideolojiyi paylaşsa dahi çeşitliliği ve bağımsız hareket edenleri sevmez.
KADEM, Türkiye’de İslamcı kadınları tek bir çatı altında toplayarak yönetebilme, yönlendirme projesinin önemli bir aracıydı. Birçok İslamcı kadın örgütü, KADEM kurulunca ya onun içinde eridi ya da ona güdümlü hareket etmeye başladı. Onun dışında kalan İslamcı kadınlar ise marjinalleştirildi.
AKP’nin ilk 10 yılı ‘ılımlı İslam’ projesinin iyi bir örneğiydi, ama otoriterleşme sürecinin başlamasıyla birlikte kadın meselesinde atılan adımlar en nihayetinde İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılmasına kadar ulaştı.
Bu hamle herkesin de teyit ettiği üzere, AKP’nin İslamcı tabanını toparlamaya dönük bir hamlesiydi.”
Kaynak: Bianet