6 Ekim’de cezaevinde aynı koğuşta kaldığı Sebahat Tuncel ile birlikte bir kez daha hakim karşısına çıkacak olan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski eş başkanı Gültan Kışanak, gazeteciler Candan Yıldız, Mehveş Evin, Sabiha Temizkan, Şirin Payzın ve Zehra Doğan’ın sorularını yanıtlayadı.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eski eş başkanı Gültan Kışanak, Ekim 2016’da tutuklandı. O günden beri de Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuluyor.
Kışanak, 16 Ekim’de cezaevinde aynı koğuşta kaldığı Sebahat Tuncel ile birlikte Malatya 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir kez daha hakim karşısına çıkacak.
Kışanak’ın “örgüt üyesi” ile suçlandığı iddianamede, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 21 Mart Newroz kutlamaları, 2012 yılında cezaevlerindeki açlık grevlerine dikkat çekmek için düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamaları, Silvan, Sur, Cizre, Nusaybin ve Şırnak’ta sokağa çıkma yasakları, Suruç katliamı ve mitinglerde yaptıkları konuşmalar var.
Kışanak, duruşma öncesinde bianet aracılığı ile gazeteci kadınların sorularını yanıtladı.
Mehveş Evin / Artı Gerçek
Kadınların siyaset mücadelesine dair gözlemleriniz neler? HDP dâhil, kadınlar sözlerini iyi duyurabiliyor mu? Diyarbakır’a yine kayyum atandı, gerekçelerden biri “eşbaşkanlık”. Sizce eşbaşkanlık neden kriminalize ediliyor?
Kürt Siyasetinin Mor Rengi kitabını yazarken, başka birçok mesajı da vardı ama asıl amacımız, siyaset kulvarında yol almak isteyen kadınlara, deneyimlerimizi aktarmaktı.
Her birimiz kendi hayatımızda defalarca şunu deneyimlemiştik: Erkek egemen sisteme karışı mücadele bütünlüklü olmak durumundadır. Kadının kendisini güç ve irade olarak görmesi, kadın dayanışması ve örgütünden güç alması, sistemin baskılarına karşı direnmesi ve parti için eril zihniyetle mücadeleyi elden bırakmaması. Bu dördünü birlikte yürütmek zorundayız.
Türkiye çok zorlu bir dönemden geçiyor. 2015’ten bu yana kesintisiz siyasi yaşıyoruz. Belki de bu siyasi darbe sürecinin en az tartıştığımız ve yeterince bilince çıkartamadığımız kısmı, kadınların özgürlük mücadelesine yönelik saldırılarıydı. Ağır sonuçları olduğu da görülüyor. Sadece kadın siyasetçilerin tutuklanmasından bahsetmiyorum. Asıl saldırı kadınların özgürlük ve eşitlik arayışına yapıldı. Kadın kurumlan kapatıldı, kadınlara gözdağı veren uygulamalar yapıldı. Ardından da kadın kazanımlarını bir bir geri alma tartışmaları başlatıldı.
Çocuk yaşta evliliklere yasal dayanak arama çabaları, nafaka hakkını kaldırma girişimleri, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmaları, eşbaşkanlığın kriminalize edilmesi aynı eril zihniyetin ürünüdür.
Öyle görülüyor ki kadınları, özgürlük, eşitlik iddiasından ve duruşundan geri adım atmaya zorluyorlar. Kadınların bu saldırıların, zihniyet boyutunu görmesi ve buna karşı sözünü daha güçlü bir şekilde duyurması tabi ki çok önemli.
F tipi cezaevleri tecrit mekânları, dışarı ile iletişim imkânlarımız çok sınırlı. Bu koşularda takip edebildiğim kadarıyla aslında kadınlar, toplumsal muhalefet odakları arasında en dinamik ve en direngen kesim. Kadına yönelik şiddet ve yasal hakların geri alınması çabalarına karşı kadınların ortak duruşu umut verici. Ayrıca seçim süreçlerinde kadınların demokrasi mücadelesini ortaklaştırma ve halkın iradesine sahip çıkma konusunda gösterdikleri çaba da önemliydi.
Her zaman olduğu gibi kadınların meşru ve haklı taleplerinin karşısına, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden yoksun yasaları çıkartıyor. “Neden yerel yönetimlerde kadının adı yok” diye sormayıp, “yasalarda eşbaşkanlık yok” diyerek, kadınların yerel yönetime katılma çabası terörize ediliyor.
Buna karşı güçlü, meşru ve örgütlü bir karşı koyuş konusunda eksikler yaşandığını görüyoruz. Bunda, yerel yönetimlerin gelen olarak saldırı altında olmasının da payı var. Ama sivil, demokratik, yaratıcı yöntemlerle kadınların yerel yönetimlerde söz sahibi olmasının, eşbaşkanlık sisteminin hayata geçirilmesinin mutlaka bir yolunu bulmalıyız.
Eşbaşkanlık kadınların siyasal alanda elde etikleri en önemli kazanımlardan biridir. Siyasi patide uygulanan eşbaşkanlık, hem kadınların güçlenmesi hem de toplumdaki erkek egemen kodların çözülmesi konusunda önemli gelişmelere yol açmıştı.
Eşbaşkanlığın, yerel yönetimlerde uygulanması çok daha muazzam sonuçlar yaratacaktı. Kadının doğrudan yönetim mekanizmasının içinde etkin bir pozisyona gelmesi; merkezi iktidarda bakanlar kurulunun yarısının kadın olması gibi güçlü bir etki yaratacaktı. Hatta, yerel yönetim halka en yakın yönetim kademesi olduğu için toplumsal sonuçları çok daha güçlü olacaktı. Çalkantılı bir döneme gelmiş olmasına rağmen, iki yılık belediye eşbaşkanlığı dönemimde bunu gördüm.
Eşbaşkanlığın kriminalize edilmek istenmesinin altında yatan asıl neden budur. Eşbaşkanlığın kayyım atamasına gerekçe olarak gösterilmesi, erkek egemen zihniyeti perdeleme çabasıdır. Kadınları yönetimden uzak tutarak, “yönetim akıl işidir, kadınlar bunu beceremez” söylemine dayanan cinsiyetçi yargıyı korumaya çalışıyorlar. Bu saldırılar olmasa, yerelde eşbaşkanlık uygulanabilse, toplum kadının yönetim anlayışının sonuçlarını görecek ve cinsiyet ayrımcılığına dayalı sistemin temelleri sarsılacak. Bunu engellemeye çalışıyorlar.
Bir de trajikomik bir anımı paylaşayım. Eşbaşkanlık nedeniyle hakkımda açılan bir soruşturmada, savcıya derdimi anlatmaya çalıştım. “Eş başkanlık modeli, toplumsal cinsiyet eşiliği politikamızın bir gereğidir. Parti programımızda da yer alır. Ama sadece bizim değil, 21. Yüzyıl’da tüm dünyanın hedefi toplumsal cinsiyet eşitliği olmuştur. Birleşmiş Milletler’in Milenyum hedeflerinden biri de toplumsal cinsiyet eşitliğidir” dedim. Savcıdan, “Milenyum ne, BM’nin milenyum diye bir komisyonu mu var? Ne zaman toplanmış?” gibi sorular gelince, derdimi anlatmaktan vazgeçtim. Savcı da anlattıklarımı özetleyerek zapta geçirdi, “Atılı suçlamayı kabul etmiyorum.” Adaleti tesis etmesi beklenen yargının hali buysa, kadınların işi gerçekten çok zor.
Sabiha Temizkan/Serbest Gazeteci
Bütün yaşadıklarınıza rağmen hala demokratik siyasete inancınızı koruyor musunuz?
Tam da demokratik siyasete olan inancımızı daha da güçlendirmemiz gereken bir süreçten geçiyoruz. Siyaset, sorunları çözmenin en etkili yoludur. Bu nedenle tarih boyunca, kadınlar, ezilen, sömürülen kesimler hep siyasetin dışında tutulmak istenmiştir. Siyasete dâhil olmaya çalıştıkça da önleri tıkanmıştır. Bizler artık bunun farkındayız. Siyaset, geleceğe giden yolun taşlarının tek tek döşendiği, bir anlamda kaderine yön verebilme iradesidir. Bizleri iradesiz bırakmak istiyorlar.
Bunun bilincine varmak, daha fazla demokratik siyasete sarılmayı gerektirir.
Tabii yaşadıklarımız bizleri zorluyor. 1994’te DEP milletvekillerinin tutuklanmasından yıllar sonra, Kürtler 2007’de yeniden parlamentoya girdiklerinde barış ve demokratik çözüm umutları güçlenmişti. Gitgelleri olsa da 2015’e kadar da bu rota terk edilmedi. Ancak 2015 7 Haziran seçimlerinden itibaren, Kürtleri demokratik siyaset kulvarı dışına çıkarma müdahaleleri hız kazandı. Ve son üç yıldır, bu müdahale aralıksız olarak devam ediyor. Bizlerin şahsında halktan siyasetten, demokratik çözümden umudunu kesmesi isteniyor. Bu anlamda bu gün içinde bulunduğumuz süreç biraz da 12 Eylül dönemini andırıyor. İradesini teslim alma yaklaşımının en uç örneğiydi Diyarbakır Cezaevi da izleri
Ben bu soruyu yanıtlamaya çalışırken; Rojava’ya yönelik askeri harekât kararı açıklandı. Doğrusu son iki yıldan beri ziyaretime gelen herkese, “toplumsal zeminde savaş karşıtı bir duruş ortaya çıkarmanın önemini” anlatmaya çalıştım.
Savaşlar, ancak siyasallaşmış halk gücüyle durdurulabilir. İktidar “leblebi değil, bomba atıyorum” diyerek zamları savunurken; keşke karşısına “benim soframdaki ekmeği alıp, başkasının başına bomba olarak yağdırma” diyen milyonlar çıksaydı. “Barış, savaştan daha ucuz ve daha insanidir” diyen bir kampanya yürütülseydi. Keşke Suriyeli mültecilere karşı başlayan tepki ve öfkeyi, savaşı meşrulaştırmak için kullanan iktidara karşı “daha önce kuzey Suriye’de yaşayan kim varsa ve evine dönmek istiyorsa, biz siviller alıp onları evlerine götüreceğiz” diyen bir sivil irade ortaya çıksaydı. Toplum seyirci olursa, savaş ve silah lobisi bayram eder; savaşın maddi ve manevi bedelini de toplum öder.
Demokratik siyaset, Kürt sorununu çatışma zemininden çıkartmanın en etkili yoludur ve bunun imkânlarını mutlaka yaratmalıyız.
Evrim Kepenek/bianet
Davada neler olabilir sizce? Tahliye umudunuz var mı?
Siyasi atmosfer üç yıl öncekinden pek de farklı olmadığına, hatta daha kötüleştiğine göre, bizim davalarda da olumlu bir gelişme beklemiyorum. İnsan cezaevinde olunca daha realist -belki de karamsar- oluyor galiba. Ama dışarıdaki kadınların heyecanı, umutları; bizlere de pozitif yansıyor. Ziyaretimize gelip “Bu kadar da olmaz artık çıkarsınız” diyenlerle epeyce şakalaşıyoruz. Sonunu da “Bizim ne kadar yatacağımız, mahkemeden çok sizin elinizde. Şu faşizmi biraz geriletirseniz, biz de çıkacağız” diyerek bağlıyoruz.
Yargının ne kadar siyasallaştığını anlatmaya gerek yok. Her gün yeni bir hukuk skandalına imza atan yargı, şapkadan kuş çıkartan sihirbaza döndü. Hukuk öngörülebilir olmaktan çıktı. Bizler de artık şapkadan “güvercin” çıkacağı günü bekliyoruz. Bu bahar ekilen tohumların, önümüzdeki bahara, barış çiçeğine dönüşmesini umut ediyoruz. Tabii bu kara kışı zatürre olmadan geçirmeyi başarabilirsek.
Yine de siz kadınların heyecanına ben de buradan katılayım: Belki de bu röportajı okuyan mahkeme heyeti, “Biz iktidarın ağzına bakmıyoruz” diyerek bizi mahçup eder.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.