Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde öğretim üyesi Arkadaş Özakın, Diken için kaleme aldığı yazısında, Boğaziçi eylemlerinin ilk günlerinde bir öğrencisiyle yaşadığı karşılaşmayı anlatıyor.

Arkadaş Özakın / Diken
İlk rektör atamasından sonraki zamanlardı; Kuzey Kampüse doğru yürürken arkadan ‘hocam’ diye bir ses. Dersten bir öğrenci: Hep önde oturuyor, hep soru soruyor. Yetmiyor, mesaj atıyor arada. “Şu konuyu bir de böyle yapmayı denedim olmadı, niye olmadı?” “Bugün dediğiniz şey çok ilginçmiş, başka okuyacak bir şey var mıdır bununla ilgili?” Cevap veriyorum, üstüne yeni mesaj, yeni soru. Tatlı bir baş belası. Türkiye’ye dönerken hayalini kurduğum türden.
İki kampüs arası yürürayak ‘nasılsınız’dan, hoşbeşten sonra, “Size bir şey sormak istiyorum” diyor. Bir şey geliyor, belli.
Adliyeye gitmeyi düşünmüş o gün. Tutuklanan mı, gözaltına alınan mı, arkadaşlarına destek için. Ama dersi varmış. Arkadaşlarla dayanışma mı, dersi kaçırmamak mı? Gideyim, diye düşünmüş, son anda vazgeçmiş. Derse girmiş.
O gün ders yerine adliyeye gidenlerden bir başka arkadaşı, gözaltına alınmış.
“Sabahtan beri kendimi suçlu hissediyorum”, diyor. “Biz de gitseydik, daha çok kişi olsaydık, belki almazlardı kimseyi.”
“Hocam bir şeyler yapmak istiyorum. Derslere girmeyelim, boykot edelim diyorum. Ama sonra düşünüyorum, dersinize girmeyip size trip atmış olmak da istemiyorum. Ne yapmalıyım bilmiyorum.”
Ve gelen, geliyor:
“Siz olsaydınız ne yapardınız, onu sormak istedim size.”
Gölgen burada duruyor
Geçen hafta dönemin son dersinden sonra biraz rahatlayınca kütüphaneye girdim dolanmaya. Rastgele bakınırken bir sürpriz: Bir kitabın kartında, bir eski dostun yıllar önce yazılmış adı, imzası. Şimdi bir Anadolu üniversitesinde; bizim dönemin en parlak öğrencilerinden. Türk arkadaşlara İngilizce yazmak adetim değil ama münasip geldi, kartın fotoğrafını çekip bir mesaj attım:
“Your shadow persists.“ (*)
İnsanın arkadaşının gölgesiyle karşılaşmasından belki daha çarpıcısı, kendi gölgesiyle karşılaşması.
Boğaziçi’nden mezun olduktan sonra kampüse uğramaya devam ettiğim için hocalığa başladığım zaman çok eskilerde kalmış bir yere dönmek gibi bir hissiyat olmadı benim için. Okul, bildiğim, ilişkimin sürdüğü okul. Burası ‘manzara’, şurası kantin, her zamanki.
Pandeminin ilk haftalarında böyle bir hissiyatla orada burada dolanıp ortama yeni halimle/rolümle alışmaya çalışırken, bir gün kütüphaneye uğramak geldi aklıma. Kapıdan girdim, ve girdiğim an bir şok yaşadım.
Okulun hemen her yerini tekrar tekrar görmüşüm önceki yıllarda, ama anladım ki mezun olduktan sonra kütüphaneye bir daha girmemişim. Manzaranın-‘petek’in-kantinin aksine, kütüphanenin şimdisi yok benim için, oluşmamış. Sadece eskisi var.
Dolanıyorum. Etrafta gölgeler. Yirmi beş yıllık gölgeler. Kitap karıştıran, plak dinleyen, sohbet eden-gülen, geleceğe dair hayaller kuran gölgeler. Prensipleri olan, tavizsiz gölgeler.
Sarsılıyorum.
Araba arkası yazıları var; şakalar-espriler, özlü sözler. ABD’de, gördüğüm günden beri aklımdan çıkmayan bir tanesi:
“Remember who you wanted to be.“ (**)
İnsanın kendini, seçimlerini, yaptıklarını, birtakım yabancılara karşı savunması mı daha zor, bir kütüphanede dolanan 25 yıllık gölgesine mi?
“Siz olsanız ne yapardınız, onu sormak istedim size.”
Düşünüyorum.
‘Ben olsaydım ne yapardım’, bir soru. Ben, ‘şimdiki halimle, o zamanki halime ne yapmasını söylerdim’, bir soru. Ben, ‘şimdi, sana ne yapmanı söyleyebilirim’, bir soru.
Siz neden üniversite okuyorsunuz? Biz sizin üniversitede ne kazanacağınızı umuyoruz? Buradaki ‘amaç’ ne?
Bazı formülleri-teorileri-kitapları, iyi öğrenmek mi? Uygulama becerisi kazanmak mı? Aç kalmayıp iyi işler bulabilecek hale gelmek mi? Şirketlerde-kurumlarda-siyasette, yöneticiliğe doğru giden yollara girmek mi?
Bunlar bugünün dünyasında geçerli ve yeterli cevaplar oluyor. Ama burası bunlardan ibaret değil. Burası bunlardan ibaret olsa, birçoğumuz burada durmazdık.
Burası kimilerimiz için yükseklere doğru sıçramak ve derinlere doğru dalmak için bir tramplen. Üzerimizdeki yıldızlı göğe, ve içimizin derinlerine. Evrenin ve insanın doğasını anlamak, ve anlamakla kalmayıp dünyayı iyiye doğru değiştirecek bir yola çıkmak için, bir kapı.
Birçoğumuz tam da böyle bir yola çıkmak üzere başlıyoruz işe, ama hayat, ‘sistem’ türlü engeller çıkarıyor insanın karşısına. Ve sinsi gibi, farkına vardırmadan, sana direnme motivasyonu toplayacak fırsat vermeden yapıyor yapacağını.
Bir bakıyorsun, halin kalmamış.
Daha da fenası, bir bakıyorsun, halinin kalmamışlığıyla barışmışsın.
Bu durumu aşmanın bir yolu varsa, düşünceden-bilgiden çok, duygudan geçiyor. İhtiyaç duyacağın duygusal güç rezervini oluşturacak olan ise, öncelikle, şimdi yaşayacakların.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.