Demokrasi İçin Birlik (DİB) tarafından bugün Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Evi’nde “Savaşa Karşı Hayat Konferansı” düzenlendi. Konferansın açılışında konuşan DİB Sözcüsü Rıza Türmen, “Barış kendiliğinden gelmez, barışı inşa etmek gerekir. Demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük temelinde inşa etmek gerekir” dedi.

Demokrasi İçin Birlik (DİB), 70 kurumla birlikte Şişli’de bulunan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde “Savaşa Karşı Hayat” başlıklı konferans düzenledi.
Siyasetçilerden sivil toplum örgütü temsilcilerine, akademisyenlerden sendika yöneticilerine kadar çok sayıda kişinin katıldığı Konferansın açılış konuşmasını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) eski Yargıcı, DİB Sözcüsü Rıza Türmen yaptı.
“Türkiye’nin bir şiddete sarmalı içerisinde olduğunu” belirten Türmen, Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” söyleminin bu sarmalı tetiklediğini söyledi.
“Türkiye askerlerinin Suriye’de, Irak’ta ne işi var, başka bir ülkenin sınırları içerisinde meşru müdafaa nasıl olacak?” diye soran Türmen, “barışın sağlanması için şiddetin günlük yaşamdan çıkarılması gerektiğini” vurguladı.
Türmen: Barış yaşam hakkının temeli
“Barışın yaşam hakkının temeli olduğunu” ifade eden Türmen, “barışın kendiliğinde gelmeyeceğini, inşası için çabanın harcanması gerektiğini” belirtti.
Türmen, “toplumdaki kutuplaştırmaya son verilmediği takdirde barışın mümkün olamayacağını” söyledi ve “Barış, insan haklarının ön koşuludur. Devletten barış hakkını istiyoruz, devletin şiddet sarmalını bırakmasını istiyoruz” dedi.
İktidarın güvenlik politikalarını eleştiren Türmen, şöyle devam etti: “AKP-MHP güvenlikçi politikalarını Kürtlere, HDP’ye karşı kullanıyor ve buradan besleniyor. Bütün siyasal sistem güvenlik politikaları içinde hapsediliyor.
Porn Videos CollectionFree hd Porn HD Porn Films
“Barış için mücadele ederken, güvenlik politikalarına teşhir etmek gerekiyor. Barış, demokrasi, insan hakları için mücadele etmek gerekiyor. O nedenle bunu bütün ülkeye yaymak ve bütün toplumun katıldığı bir sese çevirirsek o zaman başarıya ulaşmış olacağız.”
Devecioğlu: İktidar toplumu militarize ediyor
Ardından yazar Ayşegül Devecioğlu’nun moderatörlüğünü yaptığı “Savaş Varsa Demokrasi yok” başlıklı panel yapıldı. Devecioğlu, “Bugün Türkiye’de barış istemek suç olarak görülüyor. Bu durumu nasıl değiştirebiliriz? Bu iklimi değiştirmedikçe barışı tesis edemeyeceğiz” dedi.
Türkiye’nin bütçesinin yüzde 20’sini güvenlik harcamalarına ayırdığına dikkat çeken Devecioğlu, “Muhalefet, iktidarın savaş politikalarının arkasına dizilmemesi gerekiyor. İktidar, savaş politikalarının ‘müşterisi’ olduğunu bilerek söylem üretiyor. Toplumu militarize ediyor” diye konuştu.
Çelenk: Barış için demokrasi gerekiyor
Panelin ilk konuşmacısı Doç. Dr. Sevilay Çelenk, “çatışma hallerinde barıştan söz etmenin zorluğuna” değindi: “Egemen ideolojiler her zaman her şeyden önce dil üzerinde baskı kurarlar. Neden dil üzerinde baskı kurulur? Sözcükler neden elimizden alınır? Neden savaş diye? Çünkü dil düşüncenin koşuludur.”
Barış bildirisine imza attıkları için üniversitelerde atılan akademisyenlerin durumunu hatırlatan Çelenk, “Barış demenin ne kadar güç olduğunun çok somut ve yakın tarihimizi birçok yakıcı şeylerinden biriydi. Evet, belki içimizde bir şiddet var, birinin burnuna bir yumruk indirmeye dönük. Çoğu zaman engelleyebiliriz.
“Ama savaş böyle bir şiddet değildir. Savaş organize bir şiddettir, örgütlüdür. Hazırlık gerektirir, strateji gerektirir. Dört mevsimin yaşandığı birçok doğal zenginliği olan genç bir nüfusu olan her şeye sahip bir ülke, hep daha yoksul durumda. İşsizlik oranlarının daha çok arttığı bir ülke haline geldi. Çünkü her zaman bizi açlığa razı olmaya ikna eden bir söylem var” dedi.
Genç: Çözüm için topluma görev düşüyor
Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç ise; “Fay Hatlarını Etkisizleştirmek” başlıklı sunum yaptı. Kürt meselesinde barış tartışmalarının çok eskiye dayandığını belirten Genç, “90’lı yıllardan bu yana tek taraflı ateşkes çağrılarının sıklıkla gündeme geldiğini” ifade etti.
“1999’dan sonra barış ve çözüm tartışmalarının farklı bir kulvara taşındığını” dile getiren Genç, şöyle konuştu: “Her bir dönemde, her bir süreçte Kürt sorununun çözümü birliğini artırıyor mu? Azaltıyor mu? Her bir sürecin vardığı halka yeni bir başka halkaya mı açılıyor? Nereye gidiyor?
Genç, 2015 süreci sonrası şiddetin büyüdüğüne işaret etti. Kürt sorunun çözümünde sürekli aktörlerin değiştiğini belirten Genç, çözüm için topluma, kurumlara görevler düştüğünü ifade etti.
Deklarasyon yayınlandı

Konferans, sanatçı Julide Kural’ın, “Dünyamızı ülkemizi yıkıma uğratan savaşa karşı hayat” başlıklı deklarasyonun okunması ile son buldu. Deklarasyonda şu ifadelere yer verildi:
Dünyamızı ve ülkemizi saran savaş ve operasyonlar yıkıcı sonuçlar yaratıyor. Emperyalistler dünyanın egemenleri, bütün canlılara ait olan kaynakları ellerinde tutmak, yeniden paylaşmak amacıyla işgal operasyonlarından tatbikatlara, silahlanmaya, NATO ve karşısındaki ittifakları büyütmeye, yeni savaşların hazırlıklarına, dünyayı yeni bir büyük savaşa taşımaya ara vermeden devam ediyorlar. Küresel güçler arasında yaşanan güç kaymaları sonrasında daha da yükselen gerilimler, emekçiler ve ezilen halklar savaş karşıtı bir inisiyatif alamadığı sürece dünya üzerinde yaşamı yok edecek seviyede yıkıcı sonuçlar üretme potansiyeline sahip. Erkek egemen bakış açısına sahip sermaye iktidarları bombaya, savaşa, operasyona harcamak için ekmeğimizden, hayatımızdan çalıyorlar. Savaşlar dünyaya ve ülkemize yoksulluk, şiddet, göç ve ölüm getiriyor.
‘Savaş politikalarının yıkıcı sonuçlarını yaşıyoruz’
Güdülen yeni Osmanlıcı yayılmacı politikaların sonucunda ülkemizin Suriye, Libya, Akdeniz ve Afganistan’da savaş politikalarının parçası ve uygulayıcısı haline gelmesinin yıkıcı sonuçlarını yaşıyoruz. Yoksulluğun önlenmesi, halkın ulaşamadığı eğitim, sağlık, barınma gibi kamusal hizmetlerin sağlanması en yakıcı toplumsal ihtiyaçken, kaynaklarımız, bombaya, mermiye, sınır ötesi operasyonlara, işgallere harcanıyor. Çocuklarını okula aç göndermek zorunda kalan insanlara mermi ve roket fiyatlarından dem vuruluyor pişkince. Savaş, ekolojik yıkım, çocuklara, kadınlara, LGBTİ+’lara yönelik şiddet demek. Ayrımcılık, militarizmin, milliyetçiliğin, ırkçılığın yükselerek toplumu zehirlemesi, milyonlarca insanın yerinden yurdundan olması demek. Engelsiz yaşamı kurmak kamusal-toplumsal görevken engellileri artırmak demek. Savaş demokratik hak ve özgürlüklerin tümden yok edilmesi, faşizmin kurumsallaşmasına meşruiyet sağlanması, demokratikleşme olanaklarının boğulması, halkın ve muhalefetin sesinin yok edilmesi, grevlerin yasaklanması, işçilerin hak arama yollarının tıkanması demek. İktidar ayakta kalabilmek için ülkemizi yıkıma sürüklüyor. Halkın değişim ve dönüşüm umudu, savaş politikalarının altında ezilmek isteniyor.
‘İnsanlık görevi olarak görüyoruz’
Bizler ‘Savaşa Karşı Hayat’ diyenler, kaynaklarımızı tüketen, barışçıl ve demokratik çözüm yollarını tıkayan bu savaş politikalarına karşı çıkmayı demokrasinin gereği ve insanlık görevi olarak görüyoruz. Savaştan beslenenlerin dillerine doladığı ‘ulusal çıkar’, ‘milli dava’ gibi söylemlerin ardında tekellerin, sermayenin çıkarları olduğunu biliyoruz. Savaşa karşı hayat derken, eşit yurttaşlığın, toplumsal cinsiyet eşitliğinin, emekçi haklarının, doğanın haklarının sağlandığı kaynakların adil bölüşüldüğü, halkın yönetimde söz ve karar sahibi olduğu ve denetleyebildiği, barış içinde bir hayattan söz ediyoruz.
‘Sınır ötesi operasyonlara acilen son verilmelidir’
Sınır ötesi operasyonlara acilen son verilmelidir. Türkiye askeri varlığını başka ülkelerden çekmeli, dışarda ve içerde barış birlikte yaşama ve uyum politikaları hayata geçirilmelidir. Savaş ve güvenlik harcamalarına, otoriterleşmeye ayrılan bütçe, halkın eğitim, sağlık, barınma, beslenme gibi acil ihtiyaçlarına aktarılmadır. Kürt sorununun; yerel demokrasi, anadilinde yaşam, eşit yurttaşlık gibi evrensel hakların hayata geçirilmesiyle barışçıl ve demokratik bir çözüme ulaştırılmasını talep ediyoruz.
‘İran halkının özgürlük mücadelesini destekliyoruz’
Bir halkın özgürlüğünün diğerlerine karşı tehdit değil ortak özgürlüğümüzün inşasının güvencesi olarak görüleceği bir bölge, bir dünya için yola çıkıyoruz. Ukrayna, Suriye, Irak başta olmak üzere bütün savaş ve çatışmaların bir an önce sona erdirilmesini talep ediyoruz. Ermenistan’dan Yunanistan’a, Suriye’ye, Irak’a bütün komşu halklara barış ve dayanışma mesajlarımızı gönderiyoruz. Halkların uluslararası dayanışmasının savaş seçeneği karşısında yaşamın en büyük gücü olduğuna inanıyoruz. İran halkının özgürlük mücadelesini destekliyoruz, idamların bir an önce durdurulmasını talep ediyoruz. Ege bir barış denizi olmalıdır. İsrail’in Filistin halkına karşı sürdürdüğü baskı zulüm ve işgal politikalarına son verilmelidir. Bütün dünyadaki savaş karşıtı güçlerle birlikte olduğumuzu beyan ediyoruz.
‘Güçleri birleştirmeye çağırıyoruz’
Bütün demokrasi güçlerini, iktidarın faşizmi kurumlaştırma sürecini savaş politikalarını derinleştirerek ilerletmesi, demokrasi güçlerini savaş aracıyla parçalaması ve etkisizleştirmesi politikasını boşa çıkarmak için savaşa karşı uyanık olmaya ve güçlerini birleştirmeye çağırıyoruz.”
Geri Kabul Anlaşması iptal edilmeli
18 Aralık Uluslararası Göçmenler günü vesilesiyle ilan ediyoruz ki, herkes zulüm karşısında başka ülkelerden sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma, yani iltica hakkına sahiptir. Mültecilerin üçüncü ülkeye geçmelerinde güvenli yollar açılmalı; AB ile Türkiye arasındaki Geri Kabul Anlaşması iptal edilmelidir. AB’nin mültecileri sınırları dışında tutma ve Türkiye’yi kiralık bir ‘mülteci depo’su olarak görme yaklaşımı değişmelidir.
Kaynak: MA, Gazete Karınca