6 Şubat’ta Antakya-Defne’de, 20 Şubat’ta doğup büyüdüğü Odabaşı Köyü’nde depremzede olan Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin başkanı Nesrin Burç Deli, “Çaresizlik derin acılara dönüşüyor, bitmiyor. Deprem bitmiyor, depremin süren etkileri de…” diyor.

15’inde zorla evlendirildi, çocuk yaşta anne oldu, sistematik şiddete maruz kaldı ve 19’unda boşanıp 25 yaşında bütün zorluklara rağmen kendi işini kurdu. 18 yıldır doğduğu köyde tuhafiyecilik yapan Nesrin Burç Deli, kendisi gibi kırsalda yaşayan kadınların yaşamına dokunmaya karar vererek Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin başkanlığını üstlendi, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı’nın Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgesi sorumlularından biri oldu.
Defne Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’nin başkanı Nesrin Burç Deli, depremi 6 Şubat’ta Antakya Defne’de, 20 Şubat’ta doğup büyüdüğü Odabaşı Köyü’nde karşıladı. Yaşanan dehşeti, süren kâbusu ve kooperatifin son durumunu Tuba Çameli’ye anlatan Burç Deli’nin 1+1 Express’te yayınlanan söyleşisinin bir bölümünü yayınlıyoruz.
Tuba Çameli: 20 Şubat’ta, ilki 6,4, ikincisi 5,8 büyüklüğündeki, Defne ve Samandağ ilçelerini vuran depremler sırasında neredeydiniz, neler yaşandınız?
Nesrin Burç Deli: 6 Şubat’tan beri geceler bitmek bilmiyor, 20 Şubat gecesi de öyleydi. Ne sallantılar bitti ne de gece. Antakya’nın Odabaşı Köyü’nde annem ve ağabeyimin yanındaydım. Günlerce yedi aile bir barakada yaşadılar, güç bela bulduğum çadıra geçmişlerdi ve o gün de ihtiyaçlarını getirmiştim. Annemlerin yanına geldikten on dakika sonra, saat 8’i biraz geçe ilk deprem oldu, kısa bir süre sonra ikincisi…
Çadırın dışındaydım, gökyüzünde kızıl bir parlama, sonra bir karanlık, ardından bir parlama daha. Trafo patladı. Çöp kutusuna tutunmuştum, onunla birlikte savruldum. Bunlar artçı filan değildi, ilk geceki gibiydi.
Zaten hepimiz neredeyse çıldırma noktasındayız, panik halinde arabayı hasarlı evlerden uzaklaştırdık hemen. Karanlık, kaçacak bir yer yok, şiddetli bir şekilde tekrar ve tekrar sallanıyorsunuz. 23 Şubat’ta 5 küsurluk bir sarsıntı daha oldu, 5’in altındakileri saymıyoruz artık, sayamıyoruz. 20 Şubat gecesi en az yirmi-otuz kez sallandık…
Hayatta kalan akrabalarla 6 Şubat sonrası bir ümit haberleşiriz diye bir Whatsapp grubu kurmuştuk. Depremin ertesinde bir kuzenim yazdı, evi yıkılmış, bir diğeri “eve girip ihtiyacımızı görüyorduk, şimdi evimiz yerle bir” diye yazdı. Komşusunun da evi yıkılmış gözlerinin önünde. Kooperatif ortağım arıyor, “eve girip çıkıyoruz” diyor. Duvarı patlamış eve az hasarlı raporu verilmiş. “Yapma, etme” diye yalvardım. “Eve girmezsek sokaktayız, soğukta donarak öleceğimize, evde sıcak sıcak huzur içinde beraberce ölürüz” dedi. Ankara’da rahat yataklarında uyuyanlar bunun ne demek olduğunu anlamaz… Neyle sınanıyoruz?
Neyle sınanıyoruz?
Çaresizlikle ve kötülükle… Günler sonra geldiğiniz kentin evlerine alelacele nasıl hasarsız, az hasarlı raporu veriyorsunuz! İşte şimdi o evler yıkıldı. Evlere böyle raporlar verirseniz, doğru dürüst çadır ihtiyacını karşılamazsanız, yeterli sayıda tuvalet yapmazsanız veya banyo ihtiyacını karşılamazsanız, evlerin güvenliğini sağlayamazsanız, ne yapsın insanlar? Evlerine giriyorlar veya evlerinin yanında yöresinde olmak istiyorlar. Sonuç: Enkaz altında kalanlar olmuş, açıklamaya göre altı canı kaybetmişiz, 500’den fazla kişi yaralanmış. Çaresizlik derin acılara dönüşüyor, bitmiyor. Deprem bitmiyor, depremin süren etkileri de…
Depremin etkileri nasıl sürüyor?
İlk depremden sonra enkazdan çıkan eşimin yeğenleri günlerce kümeste barındı. Üç aile kümeste kalarak soğuktan korunmaya çalıştı daha doğrusu. Sonunda onları İstanbul’a, kızım Yonca’nın yanına gönderdik. Anne ve babaları kümeste kalmaya devam ediyor. Babanın ayağı kırık. İki aile, yedi çocuk kızımın İstanbul’daki iki göz evine sığındı.
Geçen gece aradılar, tüm çocuklar rota virüsü kapmış. Meryem beş-altı yaşında, hastaneye kaldırıldı. Komadaydı. Komadan çıktı, tetkikler sırasında beyninde ödeme rastlanmış, bu onu komaya sokmuş olabilir. Bu ödem de deprem sırasında oluşmuş.
Dün de benim torunum hastaneye kaldırıldı, rota kapmış o da. Gece geçmek bilmedi, gözümü kırpmadım. Etrafımda herkes böyle… Kemiklerim ağrıyor, tenime dokunamıyorum sızıdan. İçim, aklım bomboş. Aşırı ses, aniden düşen bir şey o kadar etkiliyor ki. Tüm sesler, görüntüler hep 6 Şubat gecesine götürüyor, çıkamıyorsunuz oradan.
Defne Kadın Kooperatifi’nin ortaklarının, genel olarak da çiftçilerin durumu nasıl?
Bizim kooperatifin çatısında ve içinde hasar var. Cam kavanozlardaki ürünler telef olmuş. Buna rağmen ilk gece hiçbir yerde elektrik yokken meyve atıklarıyla çalışan, elektrik üreten bir sistem kurmuştuk, onunla elektrik üretmiş kadınlar.
Buradaki herkes üretime devam etmek istiyor. Köylü, çiftçi, üretici, imalatçı desteklenmeli. Bu insanların iş yapması gerekiyor. İmalat yapabilen herkesin imalata başlayacağı bir alan yaratıp bir ağ kurmak lâzım. Kent ancak böyle ayağa kalkar.
Kooperatifimize birçok yerden çağrı geliyor, “Ürünlerinizi gönderin, satalım” diyorlar. Onlara anlatmaya çalışıyorum, bütün kavanozlarımız kırıldı, ürünleri siz gelip alın, paketleyin, pazarlayın. Bizim şimdi meyve kurutma zamanımız, bunun için geçen hafta üretime geçme karar verdik ve çalışmaya başladık.
Gelecek hafta kadınlarelinden.com’dan gelecekler, elbirliğiyle kooperatifin tek katlı prefabrik yapısını onaracağız. TİP’ten arkadaşlar geldi, konteynır kurmak istediklerini söylediler, ihtiyaçlarımızı ilettik. Bakalım nasıl yol alacağız?
Hem benim köyümde, hem Yeşilpınar hem de Turfanda’da barınma sorunu var. Birçok insan derme çatma yerlerde. Arabası olanlar arabalarında kalıyor. İçecek su sorunu sürüyor, kuru gıda azalıyor, en büyük sorun iç çamaşırı… Bütün köyler bu durumda. Hayvanları öldü bu insanların, kalanlar da bakımsızlık ve yemsizlikten ölecekler. Köylülere, çiftçilere diyor ki devlet, “burada kalmayın, çadır noktalarına gelin”. Nasıl gelsinler, hayvanlarını, bahçelerini, bağlarını nasıl bıraksınlar? Devlet, iktidar insanların üretim koşullarını gözeterek el uzatsa herkes daha hızlı iyileşecek.
Depremin altıncı günü kooperatife gittim. Buluşmamızı görmeliydiniz, günlerdir haber alamadığımız için kavuşmak çok iyi geldi. Birbirimize bir koşuşumuz var ki, unutulmaz. Ama işimiz çok. Elimizin uzanabildiği her yeri, herkesi harekete geçirmeye çalışıyoruz.
Kadınların gündelik hayatı ne durumda?
20 Şubat’ta, köyde baktım çadırın içinde erkekler oturuyor, bizler, kadınlar yemeğin, ortalığın temizliğinin derdine düşmüşüz. Dayım, ağabeyim filan da var, utamadım kendimi, “Bu deprem bir bizim mi başımıza geldi, olağanüstü bir durum var, herkes kendi işini yapacak. Hepiniz kendinize gelin” dedim. Herkes bir şaşırdı şöyle.
Kadınların derdi bir değil, iki değil. Nasıl evdeki yaşlıların bakımı onların üzerinde, çadırlarda, barakalarda da durum öyle.
Anneme günlerce yalvardım, köyden ayrılmadı, 21 Şubat’a kadar. Sanki savaş var, topraklarını savunacaklar. “Ben burada kalıp mücadele edeceğim” diyor annem. İnsan onca yıllık emeğini bırakıp çıkamıyor. “Burada yıkım ve sağlık riski var” diyorum, dinletemedim günlerce. Sonunda ikna ettim. Köye gittiğimde de, Antakya’nın içinde de görüyorum, kadınlar hem yardımlara ulaşmaya çalışıyor hem de kim kaldıysa onun açlık tokluğu ile ilgileniyor. Tuvalet sorun, banyo imkânı yok, herkes iç çamaşırı soruyor. Kadının işi bitmiyor. Bizler olmasak birçok sorunla baş edilemez.
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: 1+1 Express