Çocukluğunda yaşadığı Kopenhag’da okuldaki rahibeler tarafından Müslüman olmasından dolayı uğradığı ayrımcılığı anlatarak başlayan yazar Koçak, Kürt kimliğine karşı yapılan ayrımcılığı sorguluyor

.
Yazıdan alıntılarımız;
Çocukluğumun 7 yılı, babamın memuriyetinden dolayı Kopenhag’da geçmişti. İlkokulu ve ortaokulun bir kısmını Katolik rahibelerin ders verdiği, yarı manastır bir kurumda okudum. Okulun tek Türk ve tek Müslümanıydım.
Bu yıllar boyunca hep ayrımcılığa maruz kaldım. Herkes has evlat, ben üvey evlat. Nerede faili meçhul bir suç işlense, masum da olsam suçlanan ben olurdum.
Rahibeler (tabii ki istisnalar da vardı) beni cezalandırmak için vesile ararlardı. İtip kakmaları saymıyorum bile, ama tek bir örnek vereyim: İlkokul ikinci sınıftayım; çok önceden yapılmış sudan bir yaramazlığımı bahane ederek, aylarca provasını yaptığımız yılsonu gösterisine bile çıkmaktan son anda, üstelik tam hepimiz heyecan içinde sırayla sahneye pür neşe çıkarken, menetmişlerdi beni. Üstümde sahnedeki rolüm için annemin hazırladığı giysi, tam sahne merdiveni başında, bir el tarafından hoyratça kolumdan çekilmiş ve bir kenarda büzülmüş halde, sahnedeki arkadaşlarımın gösterisini izlemek zorunda bırakılmıştım. Bu, sadizm değilse nedir?
Dahası, rahibeler sınıf arkadaşlarımı da adeta iş birliğine teşvik ederlerdi. Arkadaşlarımın çoğu bana karşı önyargılı olduğundan evlerinde kutlanan doğum günü partilerine çoğunlukla davet edilmezdim. Sürekli dışlanırdım.
Yine de bütün insanların aslında “iyi” olduğuna dair garip bir inancım vardı. Daha doğrusu, adalet bilgisinin ve duygusunun aslında herkeste var olduğunu, kötülük yapanların kötülük yaptıklarının farkında olmadığını, sadece uyarılmaya ihtiyaçları olduğunu düşünürdüm, yoksa kişi bile bile neden kötülük yapsın?
Rahibelerin bana yaptıkları sizi kızdırdı mı? İçiniz umarım isyan duygularıyla dolmuştur, yoksa bu yazıyı okuduğunuza zaten değmez. Şahsen 1960’lar Kopenhag’ındaki çocukluk yıllarımı, hayatımın karanlık “orta çağ” yılları olarak hatırlarım hep.
Sonraları başka coğrafyalarda da şunu fark ettim: Oyun oynarken ara ara bir kabadayı, bir mızıkçı çıkar ortaya; oyunu hakkınızla kazansanız bile kazanmanızı sağlayan hamleniz ya görmezden gelinir ya da aniden oyunun kuralları değiştirilir ve siz kendinizi kenara itilmiş ve oyunu kaybetmiş halde bulursunuz (belki de daha ziyade kızlar yaşarlar bu durumu).
Ne fena, değil mi?
Evet fena, ama rahibelerin yaptığının aynını Kürtlere yapıyoruz. Kürtlere yapılanlar zihnimde sürekli çocukluğumu ve o yıllarda yaşadığım, adalete sığmayan davranışların içimde uyandırdığı isyan duygusunu hortlatır.
Ne yapıyoruz biz Kürtlere yıllardır? Sırf Kürt doğdular diye insanlara böyle zulmetmek nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl mazur görülür? Hâlâ eminim ki bile bile kötülük yapmayı hiç kimse istemez, ama işte, beni temsil eden devletim, beni Türk olmam hasebiyle mızıkçı ve hak yiyen konumuna sokuyor! Ben kendimi bu konumda görmek istemiyorum!
Sevgili devletim, ne olur iyiliği, güzelliği temsil et, ben de kimliğimle barışık olayım!
Yazının tamamına Hemhal sitesinden ualaşabilirisiniz