2014 yılında, Türkiye’nin imzaladığı kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kovuşturulması ve ortadan kaldırılması, kadına yönelik şiddetin faillerinin yargılanması ve cezalandırılmasını amaçlayan “İstanbul Sözleşmesi”nin kaldırılması hala gündemde.
Kadın hakları mücadelesinin öncü isimlerinden Prof. Dr. Fatmagül Berktay, İstanbul Sözleşmesi etrafındaki tartışmaları Cumhuriyet Gazetesi’nden Hilal Köse’ye yorumladı: “Sözleşmeye karşı çıkanlar, ‘Aile içi şiddete karşı kadınların korunmasını istemiyoruz. Kadınlar, her şartta boyun eğsinler, itaat etsinler, boşanmasınlar istiyoruz’ diyor.”
Uluslararası sözleşmeden çekilmek için çok önemli sebeplerinizin olması gerekir. Hukuken, ulusal sözleşmelerin üzerindedir. Bağlayıcıdır. İstanbul Sözleşmesi, uluslararası hukukta, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konusundaki en ileri sözleşme. Daha ilerisi hakikaten yok şu an. İstanbul’da imzalanmış olması, Türkiye’nin de ilk imzacı olması, uluslararası önemde itibarlı bir şey. Türkiye’de sesler çıkıyor şimdi, ‘aileyi mahvediyor’ gibi… Aslında, sözleşmenin getirdiği koruma, önlemler ortadan kaldırılsın demek istiyorlar… Sözleşme ne diyor? Kadına şiddet uygulanmasın, ev içi şiddet önlensin, kadınlar sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilsin… Güçlenen kadınlar da elbette eşitlik konusunda daha sağlam bir durumda olacaklar… Son derece kapsamlı ve iyi düzenlenmiş bir sözleşme.
– Sözleşmeye karşı çıkanlar aslında ne demek istiyorlar?
‘Biz karılarımızı, çocuklarımızı dövmeye hatta öldürmeye devam etmek istiyoruz. Aile içi şiddete karşı kadınların korunmasını istemiyoruz. Kadınlar, her şartta boyun eğsinler, itaat etsinler, boşanmasınlar istiyoruz.’ Kastettikleri bu! Aslında hiçbir kadın çok zor durumda kalmadan boşanmak istemiyor. İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın talebini Türkçe’ye çevirirsek, ‘Ben şiddet uygulamakta sınır tanımak istemiyorum’ anlamına geliyor. “Ataerkil ayrıcalıklarımı kaybetmek istemiyorum” anlamına geliyor. Sadece Türkiye’de değil, Doğu Avrupa ülkelerinden de benzer sesler yükseliyor. Avrupa Birliği’ne dilekçe yollayıp “Sözleşme kaldırılsın” diyorlar; üstelik bunlar AB üyesi ülkeler… Mesela Ukrayna’da erkekler “kahrolsun toplumsal cinsiyet” diyerek gösteri yapıyorlar. ‘Biz, eşitlik filan istemiyoruz, binlerce yıllık ataerkil ayrıcalıklarımızdan vazgeçmek istemiyoruz’ demek bu. Nafaka konusundaki itirazlar da aynı anlayışın parçası. Üstelik cinsiyetçi erkekler açısından iyi bir taktik. Çünkü nafaka konusu, demokrat, eşitlikçi olduğunu düşünen erkekleri bile bölebilecek bir konu. Kimse de doğru dürüst içeriğini bilmediği için… Halbuki süresiz nafaka diye bir şey yok şu anda. Ayrıca sadece kadınlara değil, erkeklere de yoksulluk nafakası var ve hakimin takdirine bağlı, ama eşitsiz koşullar nedeniyle daha çok kadınlar için uygulanıyor doğal olarak.
– Sorulması gereken kadınların neden nafakaya ihtiyaç duyduğu aslında…
Elbette. Cinsiyet eşitliği olmadığı için kadınlar daha güçsüz ve yoksullar. Nafakanın arkasından eminim ‘mal bölüşümü kalksın’ diyeceklerdir. Mülkiyetin ancak yüzde üçü – dördü kadınların elinde. Üstelik erkeklerin birçoğu geçmişte kadınların mallarını da üstlerine geçirdi, şimdi bile çeşitli hilelerle bunu yapmaya çalışıyorlar. Hal böyleyken, zaten var olan yasalar da doğru dürüst uygulanmazken, kadınları güçlendirecek tedbirler alınmazken ve kadınların istihdam oranı yüzde 27-29 arasında değişirken, sen aslında ‘kadınlar daha da güçsüz, zayıf düşsün erkeklerin egemenliğine boyun eğsin, ne olursa olsun boşanmaya kalkmasın’ demek istiyorsun, bunun başka bir yorumu, izahı yok.
– Hükümetin tavrı ne olur?
Meclis’te gündeme gelecek muhtemelen… En son Cumhurbaşkanı, ‘”sözleşmeler dokunulmaz değildir” mealinde bir şeyler söylemişti, hatırlarsanız. İstanbul Sözleşmesi, yasalarla kazanılmış haklar, bütün kadınların ortak çıkarlarını temsil eder ve korur. Bence dindar kesimin kadınları da pekala haklarının farkındalar ve boşanma hakkını da diğer hakları da kullanıyorlar. Zaten “erkek isyanı” oradan kaynaklanıyor. Ortak hareket etmek lazım. Bu sadece kadınları ilgilendiren bir konu da değil, bütün bir antidemokratik, anti-eşitlikçi, cinsiyetçi paketin bir parçası… Arkası gelir. Demokrasiden yana erkeklerin de toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştirilmesi çabasının otoriterlikle ne kadar bağlantılı olduğunu görmeleri lazım. Bunu bir demokrasi savunusu olarak kavramaları, örneğin ‘nafaka hakkıyla, bırakalım kadınlar kendileri uğraşsın’ filan dememeleri lazım. –
– Bir sürü kadın aslında ‘yeter ki peşimi bıraksın, hayatta kalayım’ derdinde, nafaka bile istemiyor.
Doğru… Yine de öyle bir yasanın olmasını, yasal hakkın ihtiyaç duyulduğunda her zaman kullanılabilecek olmasını önemli bir tehdit olarak algılıyor erkekler. Tabii ki yasa her şeyi halletmiyor. Zaten bugüne kadar da hep söylüyorduk ‘yasalar var, kullanılsın’ diye. Ama o yasaların hiç olmaması felaket bir şeydir. O zaman dayanabileceğin hukuki bir gerekçe yoktur. Bir maniveladır yasalar, daha eşitlikçi toplumsal ilişkiler kurmak açısından… Hiç küçümsememek lazım derdik; işte geldi karşımıza dikildi. Unutmayalım, bu yasal haklar nice mücadeleyle kazanıldı. Medeni Kanun ve Ceza Kanunu daha eşitlikçi bir yönde değiştiğinde ne kadar sevinmiştik, çünkü yıllarca mücadele etmiş ve sonuç almıştık. Şimdi korkarım kazanılmış hakların bir bir ortadan kaldırılması sürecine giriliyor. Bunun bir süreç ve kapsamlı bir paket olduğunu, bilinçli bir saldırı olduğunu görmek lazım.
– Evlenmek şart mı? Bu yüzyılda belki bu konu tartışılmalıydı, şu hale nasıl geldik?
Aslında tartışılıyor tabii. Bizim toplumumuzda bile. Ama geleneksel evlilik anlayışı hala yaygın. Geleneksel evlilikte kadın ile erkeğin alanı ayrıdır. Kadın özel alanla sınırlıdır. Dolayısıyla dışarıda çalışma hoş karşılanmaz. Meslek sahibi kadınlar bile, evlenince işlerini bırakmaya teşvik edilir. Dolayısıyla kendi geçimlerini sağlama olanağından yoksun kalırlar, boşandıkları zaman da ortada kalıverirler. Birkaç istisna dışında boşanmış kadın koyu bir yoksulluk içine düşer. Üstelik yoksulluk nafakası talep eden o kadınlar evli oldukları sürece bütün evin işini,çocuk bakımını, “kocayı yıkayıp yağlama” işini vs üstlenmişlerdir.Ama bunun da bir karşılığı yok. Sonuçta bir kadın 20 sene sonra boşanmak durumunda kaldığında elinde hiçbir şey olmuyor. Bu hakkaniyete sığar mı?
– Aile eşlerin yoldaşlığı üzerine kurulsaydı, bu durumda olur muydu kadınlar?
Böyle bir aile, eşitlik zeminine oturmak zorunda. Oysa kadını erkekle eşit görmüyor ki ataerkil anlayış. Öte yandan geleneğe ve İslam’a göre erkek evi tek başına geçindirmek zorundadır. Ama bugünkü ekonomik koşullarda bunun için kadının yardımına muhtaç. Yani kadın hem gerekirse dışarıda çalışacak, dışarıda çalışmıyorsa evin içinde yoksullukla gene o baş etmek zorunda. Yoksulluk daima en çok kadınları vuruyor. Kaç tane pazar dolaşıp en ucuzunu bulup çoluğuna çocuğunu doyurmak zorunda. Bütün bunların hiçbir karşılığı yok. Birden adam daha genç bir kadın buluyor ya da kadın ona artık itaat etmiyor, o yüzden boşanıyor. Kadın da bütün o yıllardan sonra elinde hiçbir şey olmadan ortada kalıveriyor. Ama erkek nafaka vermeyi bile çok görüyor. Kadın boşanmak isterse iş değişiyor tabii. O zaman şiddeti, öldürülmeyi hak etmiş oluyor. Bütün dertleri o zaten: “Ben ne yaparsam yapayım bana itaat etsin.”
– Evlilik, İstanbul Sözleşmesi’yle yıkılır mı, yapılır mı peki?
Evliliği bir yoldaşlık ilişkisi olarak da anlıyorsan, ki bu topraklarda çok uzun zamandır böyle olmasını isteyen kadınlar ve erkekler vardı, var. 19. yüzyılda mesela kadın haklarını destekleyen Genç Türkler, kendilerine cariyelik edecek kadınlar değil arkadaşlık, yoldaşlık edebilecek eşler istiyorlardı. Modernleşmeyle bu daha da arttı. Yoldaşlık ilişkisi evliliği sağlamlaştıracak bir şeydir ama yoldaşlık dediğin şey ancak eşitler arasında kurulabilir ve karşılıklılık içerir. Aşk ve sevgi de öyle. Efendi ile köle arasında aşk olmaz, olsa olsa Stockholm sendromu olur! Ailede anne, baba ve çocuklar haklara sahipse, karşılıklı sevgi ve saygı varsa tabii ki o kurum çok daha sağlam olur. Bunun için eşitlik ve demokrasi gerekir, ama. Boşuna demokrasi aileden başlar denmiyor.
– Eşitlik ve demokrasi olmadığı için çatırdıyor evlilikler…
Tabii ki ondan ve İstanbul Sözleşmesi uygulanmadığı için çatırdıyor. Şiddet uygularsan, zulmedersen çatırdamaz da ne olur? Şiddet uygulayarak, öldürerek dersini verdim diye böbürlenenler değil mi , asıl aileyi yıkanlar?
Söyleşinin devamına buradan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Cumhuriyet Pazar