“Muhalefet blokunun kadın yoksulluğu konusunu, emek sömürüsünü, mobingi, haksız ücretlendirmeyi ve geçim derdini oy devşirme alanı olarak değil, bizzat bu toplumun içinden yükselen bir çığlığın duyulduğunun gösterilmesi açısından gündemde devamlı tutması gerekiyor. Zira siyasi partilerin kaç kadın aday gösterdiklerinden çok daha evrensel ve akut bir sorunla karşı karşıyayız.”

Menekşe Tokyay / Perspektif Online
İşçi Bayramı olarak anılan 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nde bu sene kulaklarımda hep Osmanlı’nın “ilk sosyalist kadın şairi” olarak anılan Yaşar Nezihe (Bükülmez) tarafından kaleme alınmış bu çarpıcı dizeler yankılandı:
“Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azmet de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.”
Kadınlar Dünyası, Hanımlara Mahsus Gazete gibi yayınlarda şiirleri ve yazıları yayımlanan, kendisi dahil yaşadığı dönemde kadınların yaşadığı yoksulluk, cinsiyet eşitsizliği, açlık, emek sömürüsü gibi sorunlara edebiyat üzerinden farkındalık yaratmak, düzene itiraz etmek için çabalayan, Amele Cemiyeti üyesi Yaşar Nezihe, 1 Mayıs’ın şairi olarak da tanınıyor.
Yaşar Nezihe, uzak diyarlardan ülkemizdeki emekçi kadınların yaşam şartlarını halen izliyor ise, kendi yaşadığı dönemden bu yana kadının güvencesizliği, değer görmeyen emeği ve kadın yoksulluğu konusunda -yürütülen onlarca Avrupa Birliği ve Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) projesine, hazırlanan eylem planlarına rağmen- çok büyük bir aşama kaydedilmediğini görüyordur.
Aylardır artarak devam eden kur krizi ve gıda enflasyonu, buna bağlı olarak astronomik boyutlara varan elektrik ve doğal gaz faturaları, elektriği kesilen evlerde yemek pişirmeye ve çamaşır yıkamaya çalışan, tüp alamadığı için sobada çorba hazırlayan kadınların dramı, ucuz halk ekmek kuyruklarında saatler süren bekleyişler, atanamayan yüz binlerce öğretmen adayı ve içlerinden hayatın çaresizliğine kurban verdiğimiz canlar, pazarlarda taneyle sebze meyve satışları derken hanelerin yoksulluğu giderek kronik bir hale geliyor.
Hele ki pandemi döneminde 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı varken, ailesini geçindirmek için temizlik işlerine giden kadının toplu taşıma aracından inmeyi reddettiği görüntüler halen belleğimizde dün gibi taze…
Derin kadın yoksulluğu ve yoksunluğu
Yaşam maliyetlerinin arttığı bu sürecin göz ardı edilen bir boyutu ise “derin kadın yoksulluğu ve yoksunluğu”. İstanbul Sözleşmesi’nden bir anda imzasını çeken Türkiye’de kadının güvencesizliğinin bir kat daha arttığı bir ortamda, kadınların yaşadığı yoksulluğun ve yoksunluğun boyutları da ayrı bir kırılganlık alanına dönüşüyor.
Yoksullar, çünkü milyonlarca kadın bebek bezinden kadın hijyen ürünlerine, pirinçten elmaya dek temel malzemeleri satın alamıyor; hatta bunlar için “kredi çekmek” zorunda kalıyor. Yoksunlar, çünkü hayatlarını yönlendirmede kendilerini kontrol sahibi göremiyorlar artık. Bir nevi “insani yoksulluk” içerisindeler. Ne istediği üniversiteye gidebiliyor ne çocuk ve/veya yaşlı bakımı sorumluluğundan dolayı emek piyasasına karışabiliyorlar. Dahası statülerini koruyan yasal mekanizmalar da sabun gibi avuçlarının arasından kayıp gidiyor.
Yoksullaşan ve yoksunlaşan hanelerde ilk gözden çıkarılan bireyler, okula giden genç kızlar. Zira ailenin geçimine katkı sağlamaları yönündeki talep, kısa vadede, onların okula giderek yoksulluğun fasit döngüsünü kırma şansını elde etmelerine baskın geliyor.
İstihdamda eşitsizlik
Türkiye’de istihdam edilenlerin sadece dörtte birini kadınlar oluşturuyor. İstihdama katılım rakamlarına göre Türkiye gerek Avrupa Birliği gerekse Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkelerinin gerisinde. İşgücüne katılan kadınlar ise erkeklerle eşit ücret alamıyor; zira erkekler kadınlara göre yüzde 27,4 daha fazla kazanıyor.
Türkiye’de halihazırda 10 milyonun üzerinde ev kadını var. Çocuk ve yaşlı bakımının sorumluluğunu üstlenen, ev işlerini gerçekleştiren ve ataerkil düzende ev içi ücretsiz emeği göz ardı edilen bu kadınlar, bu dönemde ayrıca daralan hane gelirleri içinde herkesi doyurmak için adeta sihirbazlık yapıyorlar.
TÜİK’in 2020 verilerine göre, hanesinde 3 yaşın altında çocuğu olan 25-49 yaş grubundaki kadınların sadece dörtte biri istihdama katılıyor.
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) her yıl dünya ülkelerini işçi hakları açısından değerlendirdiği Küresel Haklar Endeksi raporunun geçtiğimiz yıl yayımlanan verilerine göre, işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülkeden biri Türkiye. Dolayısıyla işgücü piyasasında kadın emeğini önceleyen politika ve girişimlere, ortak akıl üretmeye dönük ortak projelere ivedilikle ihtiyaç var.
Muhalefet partilerinin müştereklerini artırarak devam ettirdikleri diyalog ve istişare ortamında kadın emeğinin ve işgücüne katılım için yenilikçi ve kalıcı projelerin de ilgili kadın örgütleriyle görüşmeler neticesinde hazırlanması ve somut öneriler olarak kamuoyuna sunulması gerekiyor.
Zira işin güzel yanından bakarsak, çok güçlü bir kadın hareketimiz var ve giderek daha örgütlü ve daha dirençli bir hale geliyor. “Kadın kadının yurdudur” sözü, toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna muhalefet partilerinin de giderek daha fazla yer vermesi ve bunu eylem planlarının bir parçası haline getirmeleriyle birlikte giderek daha geniş bir siyasi kabul görüyor.
Kalıcı, sürdürülebilir, akılcı çözümler
Dolayısıyla, muhalefet blokunun bu dönemde kadın yoksulluğu konusunu, emekçi kadınların gündelik hayatlarında yaşadıkları açmazları, emek sömürüsünü, mobingi, haksız ücretlendirmeyi ve geçim derdini oy devşirme alanı olarak değil, bizzat bu toplumun içinden yükselen bir çığlığın duyulduğunun gösterilmesi açısından gündemde devamlı tutması gerekiyor.
Seçim dönemlerinde dezavantajlı hanelerin aldıkları sosyal yardımlar çerçevesinde siyasal tercihte bulunduğuna yönelik tartışmalar her dönemde devam ederken, bireylerin de artık rasyonel beklentileri olduğu ve kendi geleceklerini belirlerken geçim dertlerine kalıcı, sürdürülebilir, akılcı ve üstten bakmayan tavırların yanıt bulabileceğine dair bir söylem değişikliği gerekiyor.
Konu artık “askıda ekmek”, Instagram’da tekil olarak kadınlar tarafından kurulan “el emeği göz nuru” ürünlerin satıldığı hesaplar veya “askıda fatura”nın çok ötesine geçmiş durumda. Kadın yoksulluğunu yaratan nedenlerin tek tek ele alınması, kadın politikasının daha net ve şeffaf bir şekilde uygulanabilir ve sürdürülebilir temelde ulusal bir eylem planı şeklinde hazırlanıp toplumla paylaşılması gerekiyor. Dolayısıyla burada asıl mesele kadının içinde bulunduğu yoksulluk ve yoksunluk halinden ziyade, kadının insan hakları konusunda politika eksikliğinde yatıyor.
Kadınlar, emekleriyle işgücünde güçlü ve güvenceli şekilde yer almak, hane gelirine katkı sağlamak, bunu da Avrupa Birliği aday ülkesi olan Türkiye’ye yaraşır şekilde iyileştirilmiş bir emek piyasasında yapmak istiyorlar.
Kent yoksulluğu, derin yoksulluk, emek sömürüsü, eşit işe eşit ücret gibi kavramlar akademik yayınların bir parçası olmaktan ziyade, siyasetçilerimizin ısrarla tartıştığı, bilimsel öneriler getirdiği ve sosyolojik gerçekliğimizi gözler önüne serdiği bir alana dönüşmelidir.
Kaynak: Perspektif Online
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.