Babalarla ilgili ortak anlayışımızın doğasında var olan paradokslar ve çelişkiler nelerdir? Babalığın bazı yönlerini yeniden düşünmenin zamanı gelmiş olabilir mi?

Ebeveynlik üzerine her yıl yüzlerce kitap yayınlanıyor. Ancak konu çocuk yetiştirmenin inceliklerinden ziyade ebeveynlik kimliği hakkındaki kitaplara geldiğinde, neredeyse hepsi anne olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor.
Sosyoloji, ekonomi, felsefe, toplumsal cinsiyet çalışmaları ve yazarın kendi deneyimlerinden yola çıkan, Jordan Shapiro’nun kaleme aldığı Baba Figürü başlıklı kitap, bu boşluğu doldurmak için yola çıkıyor. Babalık psikolojisini arketipsel bir bakış açısıyla inceleyen bu kitap, aynı zamanda geleneksel ebeveynlik rollerinin kökenleri hakkındaki bilindik varsayımlara meydan okuyan bir kültür tarihi. Babalara ilişkin ortak anlayışımızın doğasında hangi paradokslar ve çelişkiler var? Babalığın bazı yönlerini yeniden düşünmenin zamanı gelmiş olabilir mi?
Bu kitap özellikle babalar için ve babalık hakkında. Baba figürleri hakkındaki popüler imgelerin ve varsayımların, toplumsal cinsiyet, cinsiyet, güç, agresyon, heteronormativite ve otorite çerçevesindeki problemli tutumlara dolandığını göz önüne alıyor.
“Toksik erkeklik yapısı bozulmalı”
Toplumsal cinsiyet normları değişiyor ve eski ekonomik modeller bozulmaya yüz tutuyor. Sonuç olarak, ebeveynlik ve aile yaşamı varoluşsal bir dönüşüm geçiriyor. Yine de, elimizdeki baba anlatıları ve imgeleri bu dönüşüm için tamamen yetersiz.
Baba Figürü, babalığa ve genel olarak erkekliğe dair kolektif anlayışımızda çok ihtiyaç duyulan bir güncelleme sunuyor. Babalara, babalığın zevklerini nasıl kucaklayacaklarını öğretirken, onları modern dünyaya uygun bir erkeklik imajına doğru yönlendiriyor.
Shapiro, “toksik erkekliği daha geniş ekonomik, profesyonel ve ailevi bağlamlar içinde anlamamız ve bu yapıyı bozmamız gerek” diyor ve Bell Hooks’un feminizm tanımını hatırlatıyor. Bell Hooks’a göre feminizm, cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirme hareketi olarak tanımlanabilir. Jordan Shapiro da, bu bakış açısıyla babalık rollerinin feminist bakış açısıyla güncellenmesi gerektiğini düşünüyor.
Kitaptan bir bölüm:
Pew Araştırma Merkezi’ne göre “Baba olan bekâr ebeveynlerin oranı, geçtiğimiz 50 yıl içinde iki kattan fazla arttı. Artık çocukları ile yaşayan bekâr ebeveynlerin tümünün %29’u baba ki bu oran 1968’de sadece %12’ydi.” Yalnız ebeveynlerin cinsiyetinin çocukları nasıl etkilediğine dair araştırma ise belki de genel kriterler oluşturmak çok zor olduğundan sonuçsuz kaldı. Örneğin, konu akademik performans olunca yalnız babaların çocukları daha iyi notlar ve daha yüksek lise mezuniyet dereceleri alma eğilimindeyken yalnız annelerin çocukları aile yemekleri gibi sözde geleneksel rutinlere daha bağlı olma eğilimi gösteriyorlar. Bunlardan biri diğerinden daha iyi değil. Araştırmacıların kesin olarak söyleyebileceği tek şey çocukların sevgi dolu, destekleyici, kendilerini onlara adamış -tek veya çift, kadın veya erkek veya toplumsal cinsiyete uymayan- ebeveynlerin olduğu evlerde başarılı olmalarının daha muhtemel olduğu. Ne işlevsiz kadın reisli evlerin işlevsiz erkek reisli evlerden daha iyi olduğunu ne de toplumsal cinsiyet kimliğinin veya medeni durumun işlevsizlikle herhangi bir korelasyonu olduğunu iddia edebilecek hiçbir kanıt yok. Yine de damgalar hâlâ var çünkü Amerikanlar ‘aile değerleri’ni aşırı ciddiye alıyor. Tarihçi Stephanie Coontz’a göre Teddy Roosevelt, Amerikan vatandaşlarını “Ulusun geleceği ‘doğru türde bir aile yaşamında’ yatar,” söylemiyle uyaran ilk başkan. Neredeyse yüzyıl sonra Ronald Reagan bu tür çok sayıda söyleme kendisininkini ekledi ve “Güçlü aileler, toplumun temelidir,” dedi. Ama doğru türde aile yaşamı nedir? Güçlü aile nedir? Bunlar net değil.
Bu kitapta açıklayacağım gibi anneler ve babalar için toplumsal cinsiyete dayalı belli beklentilerin olduğu, düşünmeye alışık olduğumuz o çekirdek aile yapısı ne gerekli ne geleneksel. Sadece Endüstri Devri’nin bir ürünü. Günümüzde baskın iş, ekonomi ve toplumsal cinsiyet normlarının hepsi bir dönüşüm yaşarken -geçip gitmiş teknolojik dönemin dünya görüşünü pekiştirmek için oluşturulmuş- aile değerleri hakkındaki beklentilerimizin çoğu değişmeden duruyor. Her ne kadar hepimiz dünyamızın bu kadar büyük bir bölümünün diğer şeyleri yıkmadan değişebileceğine inanmanın gerçekçi olmadığını bilsek de aile yaşamı algımızı güncellememekte inat ediyoruz.
Aile değişecektir. Bu kaçınılmazdır. Aslına bakılırsa zaten değişiyor ama çoğu ebeveyn bununla baş etmeye hazır değil. Artık anlamlı kimlik anlatıları inşa edilebilecek yeterli bir temel sağlayamayan eski inançlarla evliler. Çocuklar büyük ihtimal iyi olacaklar ama ebeveynleri sert bir uyanışa mahkûm.”