Geçen hafta bütün Dünya İsrail’in son teknolojik savaş taktiği ile sarsıldı. İsrail Hizbullah örgütlenmesi üyelerinin kendi aralarında haberleşmek için kullandıkları çağrı cihazlarına (pager) ve telsizlerinin içine yerleştirdiği çok güçlü bir patlayıcı ile bu aletleri patlattı. Bu yaşananlar üzerine bölgeyi yakından bilen Melek Ulagay’ın Bianet’te yazdığı yazı bu teknolojik savaş taktiklerine geniş bir perspektiften bakmamızı sağlıyor.

Fotoğraf: Evinde ‘pager’ patlamasıyla ölen 9 yaşındaki Fatima Abdullah toprağa verilirken (Fotoğraf: AA)
Yazının önemli bir kısmından aşağıdaki gibi alıntı yaptım.
Var olabilmek için yok etmek
Melek Taylan Teknolojik Şiddet ve Sonrası başlıklı yazısında “Dünyada bir çok siyasi ve askeri savaş aşırı tutucu veya kökten dinci akımlar tarafından ortaya çıkarılmıştı. Aşırı tutuculuk, veya diğer adıyla köktencilik, dini, ulusal veya ekonomik nedenlerle hayat bulur, serpilir, yayılır ve tek Doğru’nun kendi söyleminde olduğuna inanır. Bu inanç öylesine güçlenir ki, kendi tek Doğru’su uğruna insanları öldürmek, doğaya zarar vermek, uygarlıkları yok etmek, yakıp yıkmak bir “hak” olarak tanımlanır. Basite indirgersek “var olabilmek için yok etmek” gerekir. Hem ironik, hem de trajik.” diyor.
İsrail’in “tekno faşizmi”
Bu güne dek daha ziyade aşırı sağ veya aşırı sol ideolojilerde gördüğümüz bu hastalık, son üç gündür ileri teknolojiler yaratmak konusunda dünyadaki en başarılı beş ülke arasında yer alan İsrail tarafından “tekno faşizm” veya teknolojik şiddet olarak karşımıza çıkarıldı.
Çağrı cihazlarının patlatılması sonucu yaralananların çoğu yüz, özellikle göz, kulak gibi organlarını, ellerini, parmaklarını yitirdiler, bazı durumlarda mide ve bağırsaklarından yaralandılar. Beyrut hastanelerinde görev yapan bir çok sağlık görevlisi ve doktor da ‘pager’ kullandığından yaralanan ve gözlerini yitirenler arasında onlar da var. Bu yaralı kişilerin birden fazla doktor ve operatör tarafından ameliyat edilmeleri zorunlu olduğundan sağlık görevlisi sıkıntısı ve hastanelerde izdiham ortaya çıktı.
Olayın yaşandığı 18 Eylül Salı günü başta Beyrut halkı olmak üzere bütün dünya büyük bir ŞOK yaşadı. Herkesin, her an elinden düşürmediği, onsuz olamayacağı bu en kıymetli “oyuncak” kendi ellerinde patlayarak onları yeni bir “şiddet” türüyle tanıştırdı. Ölüm biraz daha yakınlaştı, arabalara, evlere, çarşı pazara insanın var olabileceği her yere yayıldı.
Dokuz yaşındaki bir kız çocuğu, babasına çağrı cihazını götürürken, alet elinde patladı. Kız çocuğu öldü. On bir aydır İsrail tarafından öldürülen binlerce çocuktan biri olarak kayda geçti. Ölüler kayda geçen ölüler ve bilinmeyenler olarak ikiye ayrılmışken, üçüncü şık olarak elinde telefon patlayanlar yaralandı.
Ölenlerin cenazelerine de saldırı
İnsanlık adına bir “Başarı” hanesine mi yazılacak bu şiddet? Başta New York Times olmak üzere köktenci kötülüğün baş savunucuları medya mensupları olayı hemen “İsrail’in taktik başarısı” olarak yazmaya başladılar. İnsanları sadece öldürmekle kalmayan, yaşasa bile sürünerek yaşamasına yol açan bu müthiş buluş Elon Musk ve benzerlerine yeni ikbal kapıları açabilirdi.
Olayın yaşandığı günün ertesi, yani 19 Eylül Çarşamba günü, Salı günü ölenlerin cenazelerine yeni bir saldırı daha yapıldı.
Bu kez “Walky Talky” olarak bilinen el telsizlerine patlayıcı yerleştirilmişti. Hatta bazı güneş panellerinde de patlamalar olmuştu. Bu saldırıda kullanılan patlayıcı madde PETN‘nin dozu artırılmış 3 mg’dan 6 mg’a çıkmıştı. Ölü sayısı ise 33 oldu.
Bu da belki gelişme hanesine başarı olarak geçecekti.
Kaçıncı Beyrut savaşındayız onu da bilmiyorum. Sabra ve Şatilla katliamının Eylül 1982’de olduğunu, o zaman yedi aylık olan oğlumu kucağımda sallarken ağladığımı hatırlıyorum.
Hepsi bu kadar.” diye bitirmiş yazısını.
40 yıldır devam eden savaşlar coğrafyasında biz nerdeyiz sorusu geliyor hemen akla.
Necmiye Alpay soruyor “Savaşın Neresindeyiz?”
Necmiye Alpay T24 yazısında soruyor: Savaşın neresindeyiz, biz, Türkiye olarak, Türkiye Türkçesi konuşan insanlar olarak, savaşın içinde miyiz, dışında mıyız?
Çeşitli yoğunluklardaki çeşitli savaşlar bizi bir biçimde etkiliyor, ama halk olarak ilintili işlerin çoğundan habersiziz, haberdar olacağız diye korkuyoruz ayrıca, haber diye çıkan çoğu şeye de güvenmiyoruz. Hem sansür var, hem de otosansür.
But haftaki Bir Aktivistin Gözünden yazımda Aile ve Devlet arasındaki özgürlük arayışını yazmıştım. Necmiye Alpay’da “Daha doğrusu, otosansür yüzünden sansüre gerek kalmamış durumda” diyerek bireyin düşünce özgürlüğünü nasıl kısıtladığın altını çiziyor.
Tam Ortasındayız
Savaşın içinde miyiz, dışında mıyız sorusuna, Alpay “”tam ortasındayız. Türkiye haritasını ve dünya haritasını art arda aklımızdan geçirdiğimizde de hemen göreceğimiz gerçeklik bu” diye cevap vermiş
Kaynak: T24 ve Bianet