Feminist aktivist Doç. Dr. Aksu Bora Birikim dergisinde, Kadın Koalisyonu’nun siyasi partileri kadın haklarına karşı sorumlu tutan son açıklaması üzerinden, Türkiye’nin gelecek hikayesinde kadınların hukuk ve kurumsal siyasetteki rolü üzerine yazdı.

Aksu Bora / Birikim
8 Mart yaklaşırken ve feminizmin öznesine dair tartışma hararetlenirken, Kadın Koalisyonu bir açıklama yayınladı: “Ülkedeki tüm sorunların muhatabı olan kadınların çözümün de parçası olduklarını görmek zorundasınız!”
Açıklamanın muhatabı, kurumsal siyasetti. Kamuoyu önünde yapılmıştı, “herkesin içinde” yani; ama muhatabı “herkes” değil, ülkeyi yönetmeye talip olan siyasal partilerdi.
Kurumsal siyasetle ilişkimiz hep sıkıntılı oldu, kendisini siyasetin tek alanı ve tek biçimi sanması sebebiyle, kadınlara varlık alanı tanımamasıyla, temsil ilişkisini olduğundan da karmaşık hale getirmesiyle. Siyasetin daha renkli ve çekişmeli olduğu zamanda öyleydi, şimdi, bu tatsız ve renksiz zamanda da.
Bir de tabii feminist mücadeleyi bir tür sivil toplum hareketi gibi düşünme alışkanlığı var; kısmen doğru ama tam da değil. Kısmen doğru, çünkü “biz kadınlar, cins olarak eziliyor ve sömürülüyoruz.” Ezilmekten kaynaklanan ortaklığımız, ortak itirazlarımız, ortak çıkarlarımız var. Tam da Koalisyonun söylediği gibi: “Anayasa’dan Türk Ceza Kanunu’na, Medeni Kanun’dan Şiddetle Mücadele Kanuna, Eşitlik Komisyonlarından Ombud’a, cinsiyet eşitliğine yönelik bütün yasal düzenlemelerde, sözleşmelerde, mekanizmalarda, bizim mücadelemiz ve emeğimiz var. Bu kazanımlarımızı boşa çıkaracak, geriye götürecek, içini boşaltacak, haklarımızı gasp edecek müdahalelerinize karşı ne bu mücadeleden vazgeçeriz ne de emeğimizi hiçe saymanıza izin veririz!”
Bu, işte o ortaklıktan, ezilmenin bilgisinden ve mücadele tecrübesinden gelen bir itiraz: Kazanımlarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Ama iş, orada bitmiyor. “Kısmen” dediğim yer de bu. Feminist politika, bir çıkar hareketinden ibaret değil. O sebeple zaten, “feminizmin öznesi kimdir” sorusunun, yani aslında, feminizmin kimin çıkarlarını koruyacağı sorusunun başımıza bela olduğunu düşünüyorum. Feminizm, iktidarın temel eksenlerinden birini, cinsiyet ilişkilerini değiştirmeye niyet etmesiyle, bir grubun ya da bir cinsiyetin iradesinden (yahut çıkarlarından) çok daha fazlasını kapsayan bir politikadır. Feminizmi kadın hakları hareketinden fazlası yapan şey, budur. bell hooks’un dediği gibi: Feminizm, herkes içindir! (Feminizm Herkes İçindir)
Işıl Kurnaz’ın geçen hafta yazdığı Dünyayı Onarmak başlıklı yazısında (Dünyayı Onarmak) dediği gibi: Adalet, bir hukuk tasavvuru değildir, hukukun sınavıdır. O yazıda, “adalet duygusu”ndan söz ediliyor, bana kalırsa burada işaret edilen, adaletin ütopik içeriğidir. Başka bir ortaklık, başka bir ufuk. Cinsiyet eşitliği de hukukun ve kurumsal siyasetin sınırlarını aşan bir hedeftir: “Dünyada iki tür insan vardır, kadınlar ve erkekler” hikâyesine yaslanan patriyarkayı yıkmadan ulaşılamayacak bir hedef.
Hukuktan vazgeçemeyeceğimiz gibi, kurumsal siyasetten de vazgeçemeyiz; hukukla yetinemeyeceğimiz gibi, çıkarlarımızı kollamakla da yetinemeyiz. Hikâyeyi yeniden yazmamız gerekir.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.