Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar dergisi ekibinden Esra Aşan, Feminisite için kaleme aldığı yazısında, kadın hareketinin mücadeleyi seçime endekslemek yerine çözüm yolunun örgütlenmek olduğunu topluma ve muhalefete gösterdiğini ifade ediyor:
“Parlamenter muhalefetin bağrınıza taş basın ve seçimi bekleyin çağrılarına karşı kadın hareketi demokrasi ve eşitlik mücadelesini sandığa indirgemedi. Çünkü, kadın hareketi açısından durum hak mücadelesinin yanında aynı zamanda bir yaşam mücadelesi.”

Esra Aşan / Feminisite
Türkiye’nin geçtiğimiz yıl bir gece ansızın Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmaya karar vermesinin ardından pek çok kadın örgütü, baro, sendika ve siyasi parti yürütmenin durdurulması ve sözleşmeden çekilme kararının iptali talebiyle Danıştay’da dava açmışlardı. Geçtiğimiz hafta, 28 Nisan Perşembe günü, on davanın duruşması Ankara Danıştay 10. Dairesi’nde görüldü.
Kurulduğundan beri kamuoyunu sözleşme içeriğine dair düzenli olarak bilgilendiren, pek çok şehirde toplantılar, eylemler düzenleyen Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), son olarak 28 Nisan tarihli Danıştay davasına katılım için muazzam bir eylemlilik yürüttü. Tüm kadın ve LGBTİ+ örgütlerine davaya katılım çağrısı yapan EŞİK, Türkiye’nin neredeyse her ilinden davaya sahip çıkan 1000’den fazla avukatın bu davada yetki belgesi almasını sağladı. 70’ten fazla baroya kayıtlı yüzlerce kadın avukat ve pek çok kadın örgütünden temsilciler ve aktivistlerinin Danıştay duruşmasına katılımını örgütledi.[1] Duruşmaya katılan kadın avukatlar, kadın hakları savunucuları tek tek söz alarak şiddetin önlenmesi konusunda sözleşmenin önemini ve sözleşmeden çıkışın neden hukuksuz olduğunu mahkeme salonunda bir kez daha anlattı. Duruşma sonunda Danıştay Savcısı Aytaç Kurt da kadınlarla aynı görüşteydi, mütalaasında sözleşmeden çekilme kararının hukuka aykırı olduğunu söyledi. Duruşma salonunda kadınların hak mücadelesine ilişkin adeta ders kitaplarına geçecek müthiş bir hukuk dersi verildi. Orada olup bu tarihi ana tanıklık edemediğim için duyduğum üzüntü sonunda benim payıma da bu yazıyı yazmak düştü.
Davaya ilgi örgütleyen medya ağırlıklı olarak Danıştay savcısının mütalaasını öne çıkardı. Kimileri bunun danışıklı dövüş olduğunu, Danıştay’ın Cumhurbaşkanı’ndan bağımsız karar veremeyeceğini söylese de savcının mütalaası oldukça önemliydi. Bu durum, ülkedeki hukuk sisteminin, bürokrasinin işleyişinden rahatsız olan diğer bürokratlara cesaret verir mi bilemesek de sürecin savcı mütalaası kadar hatta ondan çok daha önemli yanları var. O da kadınların her koşulda haklarına sahip çıkma ısrarı.
Kadınların bu mücadelesi ülkede muhalefetin nasıl yapılabileceğini topluma göstermiş oldu. Bugün ülkenin gidişatından rahatsız olan muhalefet partilerinin hak mücadelesinden, toplumsal mücadeleden uzak durduğunu söylemek yanlış olmaz. Özellikle parlamenter muhalefet demokrasi mücadelesini seçimlere indirgemiş durumda. Bu tavırlarıyla topluma adeta mücadeleden uzak durmayı öğütlüyor, seçim geldiğinde sandıkta hesap sorulacağını söylüyorlar. Muhalefet partilerine göre bir sonraki seçimde zafer onların ve toplumsal kesimlerin de biraz daha dişlerini sıkıp sabretmeleri gerekiyor. Bunun toplum üzerindeki pasifize edici etkisini görmek çok zor değil. Muhalefete göre iktidar nasılsa gidiyor ve geliyor gelmekte olan. Açıkçası neyin gidip neyin gelmekte olduğu belli olmaz. Parlamenter muhalefetin toplumla bağ kurmama ısrarına, demokrasi, eşitlik ve laiklik ilkelerinin aşındırılmasına her seferinde daha fazla göz yummasına bakacak olursak seçim ertesinde faşizm koşullarının daha da derinleştiği bir ülkeye uyanmak hiç de imkansız değil.
İktidarın ise yaklaşan seçimlere toplumu paralize edecek, umutsuzluğu derinleştirecek bir şok doktrini içinde gireceği Gezi Davası’nda verilen ağır cezalarla belli oldu. “Türkiye, Avrupa Konseyi yaptırımlarını göze alamaz, Osman Kavala acaba serbest bırakılır mı?” derken Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. İdam cezası yürürlükte olsa idama mahkum edilecekti. Onunla birlikte dört kişi de 18 yıl ceza alırken temyiz, Yargıtay süreçleri beklenmeden apar topar hapse gönderildi. İBB üzerinde artan baskılar, Kobanê Davası’nın gidişatı, HDP kapatma davasının yaklaşması ve sınır ötesi operasyonlar seçime nasıl koşullarda girileceğini gösteriyor. Bunun toplum üzerinde umutsuzluğu derinleştiren etkileri de görülüyor.
Parlamenter muhalefetin bağrınıza taş basın ve seçimi bekleyin çağrılarına karşı kadın hareketi demokrasi ve eşitlik mücadelesini sandığa indirgemedi. Çünkü, kadın hareketi açısından durum hak mücadelesinin yanında aynı zamanda bir yaşam mücadelesi. Kadınların her gün öldürüldüğü, kadınlara, çocuklara ve LGBTİ+’lara yönelik her türlü şiddetin arttığı bir iklimde tam da bu şiddeti önleme yükümlülüğü getiren bir sözleşmeden çekilmekle devlet tarafını seçmiş ve şiddeti önlemeyeceğini söylemiş oldu. Hatta kadın cinayetlerini önlemek amacıyla kurulan Kadın Cinayetleri Durduracağız Platformu Derneği’ne dahi kapatma davası açacak noktaya gitti.
Yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz.